Ne istemişlerdi Şarlı’ dan?/Em.Öğrt. Atilla Korkmaz
Çocukluğumun yazlarında kocaman bir aile olurduk. Dedem, Elmas anam ve Mustafa amcamın iki kızı, yılın on iki ayı köyde kalırlardı. Yaz tatilleri geldiğinde ise, annemle biz ve Mustafa amcamın eşi, çocukları aynı evde bir araya gelirdik. Küçük bir köy evi. Durur hala, oturanı yok. Nasıl sığardı o kadar insan küçücük eve bilmem.
Tiyatro bildiğimiz birşey değil o zamanlar. Sinemaya gelince, bir benim seyretmişliğim var. O da yalnız bir film. Adını da hatırlamıyorum. Vahi Öz ve tombul yanaklı bir bayan başrol oynuyorlar. 1958’ mi, 59’ mu ne? O kadar heyecanlanmıştım ki ilk kez sinemaya gittiğim için, zifiri karanlık bir ortamda kalp çarpıntılarımla izliyordum perdedekileri, konu ile ilgili pek birşey kalmadı aklımda. Ama arkadaşlarım anlatmamı istediklerinde her seferinde yeni yeni şeyler ekleyerek, olmasını istediğim şekilde anlatıyordum onlara. Yine de büyük bir ilgi ile dinliyorlardı, sürekli değişen senaryoya rağmen.
Eğlence dünyamızın en geniş sınırı işte bu kadar.Daha çok kendi aramızdaki oyun ve eğlencelerle zaman geçiriyoruz. Hayalerimiz bizi, en fazla köyden on onbeş kilometre uzağa götürebiliyor. Yok ki başka yerlerden haberimiz.
Yakın çevremizde kurulan haftalık pazarları takip ediyoruz. Hiç unutmam bir de tekerlememiz var;
Pazartesi, Fol (Vakfıkebir)
Çaşamba, Enesi (Eynesil)
Peşembe, Şarlı (Beşikdüzü)
Bu pazarların, biz çocuklar için bambaşka bir anlamı var. Eğer evden bir büyük pazara gitmişse, o gün beyaz buğday ekmeği veya lavaş (pide) yiyeceğimizi bilirdik. Çok severdik ikisini de. Mısır ekmeği pişerdi bizim sacların üzerinde. Mevsim yaz, karpuz mevsimi doğal olarak, bir de büyük karpuz gelirdi ki camadanın içinde, bizden mutlusu yok. Bu bakımdan bir engel çıkıp pazarlardan birine gidilememesini kayıp sayardık kendimizce.
Mevsim koşullarına göre bu pazarların en az ikisine giderdi, dedem. Bazen beni de götürürlerdi, daha çok Elmas anam da giderken. Yol yok, yürüyerek gidilirdi o nedenle.
Fol Pazarı’ na götürüldüğümü hatırlamıyorum da Şarlı, daha çok Eynesil. Yakın ya köyümüze.
Gün ışımadan kalkılırdı, pazara gitmek için. Gruplar halinde yürüyen insanlar alacakaranlıkta. Sırtlarında sepetler, şelekler, camadanlar. Sepetlerin, şeleklerin, camadanların içinde çoğunlukla bir topak tereyağı ve varsa birkaç torba çökelik. Paraya dönüşecek pazarda, bu parayla da ihtiyaçlar def edilecek
Zaman sonbahara erişmişse, pazara giden kafileye üzüm taşıyan gelinlik kızlar ve genç gelinler de eklenirdi.
Kısa oluşundan şikayetçi olduğumuz insan hayatının bir bölümü içine sığan bu büyük değişimi anlamak da, anlatmak da gerçekten çok zor;
Ne çok üzüm olurdu köylerimizde. Sayıları bugünkünden az da olsa kızılağaçların neredeyse her birinin boynuna dolanmış bir üzüm teveği. Armut, elma ağaçlarına dolananlar da cabası. Ağsirke, Garasirke, Bozurma, Batum (Dıba) üzümleri; Küpler dolusu pekmezler kaynatılır, pekmez tavalarında, yine de çok fazla gelirdi üzümler. Atı, katırı olanlar semerin iki yanına asardı birer sepet, naklederdi üzümünü pazara.
Olmayanlar da Adem kızlarını koyardı atın, katırın yerine;
Gürbüz, güçlü – kuvvetli kızlar ve gelinler, her biri üzüm dolu bir sepeti sırtlamışlar, yürüyorlar. Bir sağa bir sola sallanıyor yük, onlar adım attıkça. Yük o kadar ağır ki, gıcırdıyor bağın sepete bağlandığı yer. Hem bağ hem sepet isyan ediyor bu ağır yüke sanki. Şimdilik taşıyanların dizinden, belinden, omurgasından bir ses seda çıkmıyor da, kendileri neler hissediyorlar, ne sıkıntılarla yürümeye çalışıyorlar, onu bilen yok.
O yük taşınacak pazara, çare yok. Taşınacak ve pazarda satılacak. Para ele geçince de ihtiyaçlar görülecek. Para da para olsa. Koca bir sepet üzüm sekiz, on lira. Tuz alınacak, şeker , gaz (gazyağı) , bez (basma, divitin, Amerikan) alınacak. Liste bitecek gibi değil ki. Baş sarmaya yazma, çember, bel sarmaya peştemal, evde sevinmek için bekleyen çocuklara sarı kurabiye, koz helvası, uzun yol ve ağır yükün yiyip bitirdiğinin yerine yeni bir lastik ayakkabı, ekmek alınacak.
Para o kadar bulunmaz ve o kadar değerli ki insanlar için, kuruşun hesabı yapılıyor alış – verişlerde. Sepetin içinde ve sırtta kilometrelerce taşınan o üzüm, pekmez haline getirilip, pazara bir kavanoz içinde ve elde taşınarak getirilse taşıma daha zahmetsiz, kazanç da daha fazla olur kim bilir, ama kör olsun ihtiyacın gözü, o kadar sabırsız ki!
O gürbüz, güçlü, kuvvetli kızların ve gelinlerin pek çoğunu epeyce uzun yıllar sonra da gördüm. Taşıdıkları o çok ağır yüklerin bellerindeki, dizlerindeki, omurgalarındaki yansımalarıyla. İlerleyen yaşlarında bırakın yürümeyi, ayakta duramaz oldu kimi, kimi de iki büklüm kaldı. Yüzü yere bakar halde, gövdesi yere paralel yürümeye çalışan kaç yaşlı kadın saydım köyümüzde bilirmisiniz?
Bilmeyin daha iyi, ben biliyor olmaktan çok üzgünüm, onlar adına. Çoğu aramızda değil artık.
İlk çocukluğumuzdan başlayarak bilincimizde pazarla özdeşleşen yerin adı Şarlı idi. Babamın, annemin, dedemin ”nüfus kağıtlarında” doğum yeri hanesinde Şarlı yazılıydı. Üstelik kendisinden hayata ilişkin pek çok şeyler öğrendiğim Elmas anam “Şarlı” derdi oraya, Şalpazarı’ na da “Şar yeri”.
Çok güzel ve şiirsel bir isimdi Şarlı. Şarlı’ nın çarşısı da ismi gibi güzeldi. Şimdiki Belediye Binası ve önündeki parkın bir bölümü genişçe bir alandı. Dizi, dizi çınar ağaçları çevrelerdi bu alanı. Bugün Belediye’ nin doğu tarafında bulunan “çakma” şadırvanın olduğu yerde de gerçek bir şadırvan vardı. Binalar en fazla iki katlı, küçük tek katlı dükkanlar ve yine işyeri olarak kullanılan ahşap, salaş barakalar. Kısacası kendine özgü bir kimliği olan güzel bir yalı kasabasıydı, Şarlı.
Günlerin birinde Ağasar deresi üzerindeki köprünün girişinde aynı direğe asılmış iki tabeladan alttakinde “Akhisar Deresi”, üsttekinde “Beşikdüzü” altında “Nüfus….” yazılı olduğunu gördüm. O yazıları okuduğumda altı veya yedi yaşlarında olmalıyım. Şaşırmıştım ne yalan söyleyeyim. Akhisar neresiydi? Beşikdüzü neresiydi?
Büyükler, gitmekte olduğumuz yerin Beşikdüzü olduğunu söylediler.
“Şarlı eski adıydı,” dediler.
Adların da zamanla eskidiğini öğrendim o zaman, tıpkı eşyalar gibi. Niye de eskisin ki adlar? Bu soru hep kaldı aklımın bir kenarında.
O gün çarşı eskisi gibi şirin, eskisi gibi güzel gelmedi bana. Ahşap barakaların yamuk, yumuk durduğunu, çarşıya pek de yakışmadıklarını farkettim birden. Sonra, dükkanların hali neydi böyle? Sıvaları yer yer dökük, boya ve badanaları çok kötü. Şarlı adının gizemi ve hoşluğu da yoktu Beşikdüzü’ nde üstelik. Beşikdüzü, Şarlı’ nın çirkin haliydi, benim çocuk gözümle. Ne istemişlerdi Şarlı’ dan?
O zaman bilemiyordum bunu.
Şarlı adının hangi tarihten bu yana kullanıldığını da.
“Anadolu’ ya yönelik ilk Türk akınları sırasında Doğu karadeniz bölgesinin güney kesimlerinin Oğuz gruplarının hedefi haline geldiği bilinmektedir. Daha 1048 yılı dolayında Oğuz boylarının Trabzon ve Bayburt yöresine kadar ilerlemiş oldukları anlaşılmaktadır. Tuğrul Bey’ in 1054 harekatı sırasında Çoruh vadisi ve Canik dağlarında Türkmenlerin yoğun faaliyette bulundukları, hatta Şarkikarahisar’ ı ele geçirdikleri, Alpaslan’ ın 1064’ te Şavşat ve Artvin’ e ulaştığı, 1067-1068 de Trabzon’ un hedef alındığı belirtilmektedir. Bu dönemlerde bölgenin özellikle Trabzon hattı ve güneydeki yayla alanların Oğuz/Türkmen boylarının hareket alanı durumuna geldiği açıktır. 1071’ den sonra ise Trabzon’ un Selçuklular tarafından ele geçirildiği Bizans kaynaklarında belirtilir. Anna Komnena .(1083-1153) Theodoros Gabras’ ın vaktiyle Türklerden geri aldığı kent olan Trabzon’ a vali olarak yollandığını söylerken, dolaylı olarak şehrin Türklerin eline geçmiş olduğunu ima eder. Bu bilgi Trabzon’ un değil, çevresinin Türk hakimiyetine girmiş olduğunu da düşündürmüştür. Her ne olursa olsun Trabzon yöresinin 1072’ de -en azından 1075’ e kadar- Türklerin nüfuz sahası içinde bulunduğu, dolayısıyla bu hakimiyetin Ağasar vadisinin üst taraflarını yayla alanlarını da kapsadığı ileri sürülebilir…
Türkmen akınlarının 1080’ de Trabzon’ a kadar uzanması, bölgedeki Türk varlığını kuvvetlendirmiş olmalıdır. Trabzon çevresiyle Bayburt Gümüşhane hattı Türkmenlerin yoğunlaşmaya başladığı sahaların birini oluşturmuş, Danişmentlerin ortaya çıkışıyla Trabzon’ un güneyindeki dağlık alanların arka tarafları Türklerin kontrolü altına girmiştir. Fakat bu hakimiyet mücadelesinin daha çok Trabzon’ un dağlık alanlarının arka kesiminde Şarkikarahisar, Bayburt ve Kelkit vadisi boylarında cereyan ettiği açıktır. Henüz Türkmenlerin Trabzon’ un yaylalık alanlarından vadiler boyunca sahillere doğru geçici teşebbüsleri dışında kalıcı askeri harekatları için erkendir. Nitekim Danişmentler 1140’ larda bile Doğu Karadeniz’ in batı ucuna Ünye-Bafra taraflarına akınlar yapıyorlar ve buradaki Bizans varlığını zayıflatmaya çalışıyorlardı. Böylece XII. Asrın sonlarına doğru gerek Trabzon, gerekse bunun batı cihetlerinde Danişmendli tesirin izleri, sonraki asırlarda bile silinmeyecek ölçüde kalıcı olacaktır…
I.Alaeddin Keykubad döneminde Erzurum melikinin Trabzon’ u hedefleyen üç seferi başarısızlıkla sonuçlanmışsa da savaş ortamı Trabzon’ un batı taraflarındaki dağlık kesimlerdeki Hristiyan nüfusun giderek erime sürecini de başlatmıştır. I. Alaeddin Keykubad Sinop’ tan Ünye’ ye kadar olan yerleri ele geçirip (1228) batıdan Trabzon’ a yöneldiğinde, Erzincan emiri de Değirmendere vadisini izleyerek Trabzon önlerine gelmişti… Başarısız bir teşebbüs olarak kalan bu seferin ardından XIII. yüzyılda Trabzon’ un batı taraflarında istikrarsız bir dönem başladı. Bilhassa Çepni gruplarının diğer Türkmen boylarına katılmasıyla Doğu Karadeniz’ in iskan tarihinde önemli bir değişime yol açacak ilk kıvılcımlar da ateşlenmiş oldu.
Özellikle Moğolların Anadolu’ ya girişiyle birlikte XIII. yüzyılın ortalarında Türkmen boylarının Batı Anadolu ve Kuzeydoğu Anadolu yaylalarına doğru çekildikleri bilinmektedir. Bu ikinci büyük göç dalgası, Batı Anadolu’ da zamanla yeni siyasi birliklerin ortaya çıkışını sağlarken Kuzey Anadolu sahillerine yakın kesimlerinde de Oğuz gruplarının yoğun faaliyetlerine zemin hazırladı. Oğuzların Üçok koluna mensup Çepnilerin önemli bölümünün Trabzon Komnenoslarının sınır boylarına doğru itilmiş oldukları, hatta Orta Karadeniz’ in sahil kesimlerine doğru inerek ön plana geçtikleri anlaşılmaktadır. Çepni topluluklarının Trabzon sınır hattında bilhassa Ordu yöresinde yeni siyasi birliklerin teşekkülünü sağladıkları da açıktır. Özellikle bunlara mensup olduğu tahmin edilen Bayram Bey’ in kurduğu beylik Trabzon’ un batı ucunda sınır hattını oluşturmuştur. XIII. yüzyılın sonları ve XIV. yüzyılın ilk yarısında tarihçi Panaretos’ un kısa tarihçesinde Giresun’ un doğusunda Trabzon’ a kadar olan kesimde Çepnilerin ve Akkoyunlulara bağlı Türkmen boylarının yoğun faaliyetlerinden söz edilir. Bu akın faaliyetlerinin Ağasar vadisini de yakından ilgilendiren bir kesafet kazanarak Trabzon’ u güç duruma düşürdüğü bilinmektedir…
Trabzon bölgesinin en eski tahrir kaydı olan 1486 tarihli defterde, Ağasar vadisinin Çepni vilayeti sınırını oluşturacak şekilde belirlenmiş olması 1400’ lü yıllardaki gelişmelerin yansımalarıdır…”
Bu genel tarihçeden sonra dönelim Şarlı özeline;
Prof. Dr. Feridun M. Emecen “Ağasar Vadisi; Şalpazarı – Beşikdüzü “ adlı kitabında, 1682 tarihli “mufassal tipte”, yani köylerdeki erkek kişilerin isim dökümleri verilmek suretiyle hazırlanmış bir “Avarız defteri” ndeki bilgileri kanıt göstererek, Şarlı yerleşim biriminin 1682 yıllarına doğru kurulduğunu ve burada dört erkek nüfusun kayıtlı olduğunu yazıyor.
Tanzimat’ la birlikte 1264 (1848 – 49) yılı vergi paylaşımıyla ilgili hazırlanan bir listede de Şarlı’ nın nahiye olarak anıldığı ve Akçaabat kazasına bağlı olduğu görülür. Şarlı’ nın hızlı büyüyen bir yerleşim yeri olduğu anlaşılmaktadır. Bu hızlı büyüme, deniz kenarında olması, bir iskelesinin bulunması ve bazı ticari binalara sahip olmasındandır.
1874 tarihli bir mahzarada ise açık şekilde Şarlı’ da hükümet konağı, çarşı ve pazarın bulunduğu, Vakfıkebir’ in idari birimlerinin de burada yer aldığı belirtilmektedir.
Şarlı nahiyesi, Vakfıkebir ile Görele kazaları arasında 46 köyü bulunan, nüfusu 4000’ e ulaşan idari birim olarak kısa süre önce Vakfıkebir’ e, daha sonra Görele kazasına dahil edilir. 1874 de tekrar Görele’ den ayrılarak Vakfıkebir kazası sınırları içine alınır.
Şarlı nahiyesinin ayrılması sırasında iki taraf ahalisinin bazıları arasında çekişme ve anlaşmazlık çıktığından, gerek nüfus gerek hane bakımından bu iki kazadan aşağı kalmayan bu yerin müstakil bir müdürlük haline getirilmesi kararlaştırılır.
Böylece Şarlı nahiyesi doğrudan Trabzon’ a bağlanır.
Şarlı’ nın çok yakınında bulunan Vakfıkebir ve Görele kazaları yerine çok uzak olan Trabzon merkez kazasına bağlanması birçok sorunu da beraberinde getirir doğal olarak. Bu arada Vakfıkebir’ in ileri gelenleri kaza sınırlarının Şarlı ve Şalpazarı’ nı da içine alacak şekilde genişletilmesi için Trabzon’ daki devlet görevlilerini zorlamaktadır. Hem coğrafi gerçeklere hem da idari sorunların daha kolay çözümüne yönelik haklı ve doğru bir istektir bu. Ancak, Şarlı halkı Vakfıkebir kazasına bağlanmayı kesinlikle reddetmekte, var olan durumu sürdürmeye çalışmaktadır.
Devlet görevlileri ve yerel yöneticiler de, halk arasında çıkabilecek bir gerginlik ve çatışmayı önlemek amacıyla bu garip durumu sürdürmeye devam ederler.
1888 – 1890 tarihli belgelere göre Şarlı nahiyesinin büyüklüğü, önemi ve merkez kazaya uzaklığı öne sürülerek bağımsız bir kaza olma isteği idareciler tarafından olumsuz karşılanır ve bu bölgenin Vakfıkebir kazasına bağlanmasının uygun olacağı cevabı verilir. Şarlı halkının şiddetli karşı çıkışlarına rağmen Vakfıkebir kazasına bağlanır.
Bundan sonraki yıllarda, ve Cumhuriyetin kurulmasından sonra da, Şarlı halkının Vakfıkebir’ den ayrılarak bağımsız kaza olma, bu mümkün olmazsa Görele’ ye bağlanma çabaları sürüp gitmiştir.
Feridun M. Emecen, kitabında Görele’ ye bağlanma isteğini ; “kültürel taban ve tarihi kökler” le açıklıyor. Beşikdüzü’ nün kültürel tabanı ve tarihi köklerinin batısıyla uyumu, bir gerçekliktir elbette.
Şarlı nahiyesi belediye reisi Ahmet Rifat, Hocazade Mehmed ve eşraftan Hasanalizade Hacı Osman gibi insanların imzalarıyla 1914 yılında Dahiliye Nezareti ve Şura – yı devlete çekilen telgraf metninde şöyle yazılıdır;
“Şarlı nahiyesi kırk senedir vilayete bağlı olarak idare edilmektedir.Burası şirin bir kasabadır. Büyükliman namıyla anılan liman nahiye merkezindedir. Nüfusuyla, varidatıyla ve iane-i askeriyesiyle civarında olan Vakfıkebir’ e hem de civar kazalara nispetle büyük bir kazadır. Arzumuz hilafına Trabzon umumi meclisi bizi Vakfıkebir kazasına bağlama teşebbüsünde bulunmuştur. Buna karşı çıkarak gönderdiğimiz gerekçeli itirazımız, sümen altı edilmiştir. Vakfıkebir kazası halkıyla aramızda her zaman tezahür etmekte olan eski bir husumetimiz vardır. Hatta kırk sene önce nahiyemiz Vakfıkebir ile münasip bir şekilde bir hükümet dairesine malik olmak üzere müştereken idare edilmekteyken çekişme ve husumet yüzünden kanlı bir çatışma çıkmış ve bundan sonra iki taraf birbirinden ayrılmıştır. Bu şiddetli düşmanlık sebebiyle Vakfıkebir’e bağlanmaya tahammül edemeyiz. Varidatımız çoktur, nüfusumuz 30.000 dir, liman namına merkezimiz vardır ve üstelik gelişmeye açık bir yerdir. Bu bakımdan nahiyenin müstakil kaza yapılması gerekir. Eğer bir kazaya ilhak edilmek zaruri ise o vakit diğer tarafta komşu kaza olan Görele kazasına bağlanmamız uygun olur.”
Trabzon valiliği, Şarlı’ nın merkez ilçeye 12 saat uzaklıkta olduğunu, bu durumun idari işlemlerde çok büyük zorluklar yarattığını belirterek buranın Vakfıkebir kazasına bağlanmasının zorunlu olduğunda ısrar etmiştir. Bunun üzerine Şarlı’ nın Vakfıkebir’ e bağlanma kararı 1916 yılında kesinleşmiş ve 1918 yılında da tebliğ edilmiştir.
Yine Feridun M. Emecen’ e göre; 1922 de Şarlı bucağı lağvedilerek dört ay sonra “Akhisar” adıyla yeniden kurulduğu şeklindeki bilgi, belgelerle doğrulanamamaktadır. Öte yandan 1926-1928 yıllarına ait devlet salnamelerinde ve 1928 yılına ait “ Son Teşkilat – ı Mülkiyede Köylerimiz” adlı kitapta ne Şarlı’ nın ne de Şalpazarı’ nın nahiyeliğinden söz edilmemekte, bu yerlere ait köyler tümüyle Vakfıkebir kazası içinde anılmaktadır.
1935 yılında yapılan genel nüfus sayımına ilişkin istatistik bilgilerinin yayınlandığı kitapta Şarlı ve Şalpazarı’ ndan tekrar nahiye olarak söz edilir. Bir sonraki 1940 genel nüfus sayımının sonuçları da aynı şekildedir.
“Beşikdüzü’ nün tam teşekküllü bir bucak haline getirilişi 7 Aralık 1953 tarihli kararla gerçekleştirilmiştir.
Sonuç olarak bugünkü Beşikdüzü’nün temeli olan Şarlı kasabası kendisine bağlı Büyükliman adlı iskelesiyle sahil kesiminde önemli bir merkez haline gelmiştir. Burası ayrıca Vakfıkebir kazası oluşturulmadan önce Vakfıkebir’ in de merkezi hükümet dairesi durumunda bulunuyordu. Şarlı kasabasının gerisinde geniş hinterlandı, yoğun nüfusa sahip köyleri Ağasar vadi boyuna sıralanmıştı. Şarlı nahiyesi bütün bu özelliklerine karşı müstakil bir kaza olamadı ve Vakfıkebir’ e bağlanma problemleri yaşadı. Bu problemler, bölgenin kültürel alt yapısı itibarıyla da ciddi bir farklılaşmanın olduğunu göstermesi bakımından dikkat çekicidir.”
Şarlı kaza olamadı ama, Beşikdüzü ilçe oldu;
“Yüz yıllık rüya” nın gerçekleşmesi budur herhalde, kasaba halkının yaklaşık yüz yıl süren kaza (ilçe) olma mücadelesi 4 Temmuz 1987 tarihinde mutlu sonla bitti.
Ama, isim gitti bu arada. Gerçekte bir isim değiştirme furyasında “kim vurdu” ya gitti, Şarlı ismi. Nasıl mı ? Anlatayım;
BULGAR’LARA İLHAM VERMİŞİZ
“Bizde 1908 deki kinci Meşrutiyet’in ardından,aklına esen hemen her yönetim köy, kasaba ve şehir isimlerini canının istediği gibi değiştirdi.Değiştirmede öncelik Rumca, Ermenice, Gürcüce, Çerkesçe, Lazca, Arapça, Farsça, Kürtçe isimlere verildi ve yüzlerce senelik isimler bir güzel Türkçeleştirildi. Bu iş için yönetmelikler yayınlandı, ihtisas komisyonları kuruldu, üstelik yeni isimlerin eski isimleri hiçbir şekilde hatırlatmamasına da itina edildi ve yer adları böylece içinden çıkılmaz bir hal aldı.
TÜRKÇE İSİMLER DE GİTTİ
İttihat ve terakki’ nin yeni isimler verme politikasının ardından Cumhuriyetin ilk senelerindeki geniş çaplı değiştirmelerin ve hemen her darbenin, ihtilalin ardından yapılan diğer değiştirme faaliyetlerinin neticesinde idari bölümlerimizin adlandırılması bu gün karmakarışık bir haldedir.Başta “Tunceli-Dersim” örneği olmak üzere hala devam eden bütün tartışmaların sebebi de lüzumsuz değiştirme merakımızdır
“Yer isimlerini Türkçeleştirme” faaliyetine girişen bürokrasi bazen hızını alamdı ve Türkçe olan yer adlarını da karmakarışık etti. Mesela, Digor’ daki “Türksöğütlü” nün başındaki “Türk” atılıp “Söğütlü” yapıldı, “Türkmeşen” i “Kırdamı” ı oldu, Eleşkirt’ in “Türk Ali” si “Dikendere” ye, Sorgun’ un “Eymirkürt” ü “Yaylalık” a çevrildi. Sonu “li” ve “lı” eki ile biten ve Türkmen aşiretlerinin yerleşim merkezlerini gösteren yüzlerce köye de “Meşeli”, “Yeşilli”, “Güneşli”, “Güzelli” isimleri verildi.Bir ara yoğun şekilde yapılan bu değiştirme işleri 1970 lerin sonuna doğru azaldı ise de faaliyet 12 Eylül’ den sonra tekrar başladı, yeni yönetmelikler yayınlandı. Bu defa içerisinde “kızıl”, “çan”, “şıh” ve “kilise” sözlerinin geçtiği ne kadar yer varsa hepsine yeni adlar verildi
20 BİN İSİM DEĞİŞMİŞ
Fırat Üniversitesi Coğrafya Bölümü’ nden Harun Tunçel’ in, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi’ nde 2000 senesinde yayınlanan araştırmasında anlatıldığına göre, Türkiye’ de o tarihe kadar 28 bin yerin ismi değiştirilmiştir ve bunun 12 binden fazlası köy adlarıdır. Sadece Trabzon’ da ve Rize’ de isimleri değiştirilen köylerin adedi 495 tir. Değişiklikler en fazla Doğu Karadeniz, Doğu Anadolu ve Güneydoğuda yapılmıştır ama yörelerin halkı hala eski isimleri kullanmaktadırlar. Sadece bu kadarla kalınmamaış, adında ağıl, oba, mezra ve çiftlik gibi ekler yahut kökler bulunan tarihi adların tamamı başka hale getirilmiş….
Peki, bu değiştirme faaliyetlerinin neticeleri halk tarafından kabul gördü mü? Çoğu benimsenmedi alışılmış isim ne ise onun kullanılmasına devam edildi. 27 Mayıs darbesi sonrasında Bayezid’ in, “Hürriyet Meydanı” yapılmasına hiçbir şekilde rağbet edilmemesi ve şu andaki resmi adı “Adnan Menderes” olan Aksaray’ daki bulvarın hala “Vatan Caddesi” olarak bilinmesi de rağbet göstermemenin en güzel örneklerinin başında gelir.”
Murat BARDAKÇI Habertürk Gazetesi 16.12.2013
Yerleşim yerleri isimlerinin değiştirilmesinin, yakın çevremizi taraflarına şöyle bir göz attığımızda ne görüyoruz?
Yakın çevremizde eski adı Türkçe iken, tarihi adlar değiştirilerek yapılan hatalara örnek olarak gösterilen, Oğuz köyüne “Türkelli”, Abdallı köyüne “Yeşilköy”, Korkuthan köyüne “Korkutan”, Kancuma köyüne “Ağaçlı” isminin verilmesi ile ilgili bir bilgi yanlışını düzeltmeliyiz öncelikle. Bu yerlerin isim değişiklikleri Cumhuriyetin ilk yıllarında olmuş. Diğerleri hakkında birşey söyleyemem, ancak Oğuz köyünün isminin de bunlarla birlikte değiştirilip “Türkelli” yapıldığı bilgisi, tam doğru bir bilgi değil.
Feridun M. Emecen’ in, “Ağasar Vadisi: Şalpazarı – Beşikdüzü” kitabında kaynak gösterdiği 1123 (1707) ve 1136 (1720) tarihli Osmanlı belgelerinde köyün adı “Türkilli” olarak görünüyor. 1123 tarihli belgede “karye – i Oğuz ki Türkilli demekle meşhur” ifadesinin nereyi anlattığı çok açık. 1136 tarihli belgede de bir yerde “Türkillü” (dizgi hatası mı ?), bir başka yerde “Türkilli” olarak geçiyor, köyün adı. O zaman, “Aleviliği çağrıştırdığı için Oğuz adı değiştirilerek Türkelli yapılmışır,” savı da havada kalıyor.
Oğuz, hem Osmanlı belgelerine göre hem de yakın geçmişe kadar halk arasında bir grup köye verilen ortak isim oldu. “Ağasar Vadisi: Şalpazarı – Beşikdüzü” kitabının ekler bölümünde bulunan 1850 tarihli “öşür listesi” incelendiğinde ; Karye – i Oğuz başlığı altına sayılan sülale isimlerinin bu günkü Türkelli, Resullü, Dolanlı ve Çakırlı’ yı kapsadığı görülür. O tarihte ve daha sonra tek bir köy olan bu yerler 1928 yılında Türkelli, Resullü ve Aruz adlı üç köye bölündü.
Köylerin birine Oğuz isminin verilememesini bu bölünme işlemine bağlamak daha doğrudur diyorum. Oğuz’ luluk, birden fazla köy halkını ilgilendiren ortak bir kimliğin adıydı, bir köye verilemezdi. Üçyüz yıldan daha uzun süredir kullanılan adı verildi Türkelli oldu. 1971 yılında Aruz köyü de Dolanlı ve Çakırlı olmak üzere iki ayrı köy haline getirilince 4 tane oldu Oğuz köyleri. Oğuz dendiğinde Türkelli, Resullü, Aruz köyleri gelir akla öteden beri. Aruz iki ayrı muhtarlığa bölündükten sonra Türkelli, Resullü, Dolanlı, Çakırlı köyleri geliyor. Daha doğrusu gelirdi de şimdi biraz gelemiyor sanki.
Artık tarih olan Oğuz belde belediyesinin ilk ve son belediye başkanı olan Şakir Yenigün’ ün yaptığını anlatayım size de, sonrasına siz karar verin isterseniz. Baş kaldırmadı, isyan da etmedi devlete, usulü dairesinde yazdı yazısını başkente, bir de düştü arkasına yazısının. Aldı adını geriye, “Oğuz” oldu bir kere daha beldenin adı, devletin kayıtlarına göre. Başka bir şey daha oldu bu arada. Devletin kayıtları “Oğuz” adından soyundurdu, Resullü’ yü, Dolanlı’ yı. ve Çakırlı’ yı. Devlet bu, sual mi olur hacetinden. İstediği adı verir, istemediği adı kaldırır.
Laf aramızda, aslında bir “Büyük Oğuz Projesi” vardı başkanın aklında. İsim değişikliği bu projenin ilk adımlarından biriydi gerçekte ve atıldı bu adım. Trabzon’ u büyük şehir yapan kanun bilemedi, bilemezdi bizim başkanın hayallerini. Belde belediyesi gitti ama “Oğuz” adının tapusu kaldı Türkelli’ ye. Artık bir mahalle olsa da. Devlet bu, istediğine verir tapuyu, istemediğinin tapusunu da hükümsüz kılar. O kadar.
Hep böyle olmadı mı?
Böyle olmadı mı Şarlı adı kaldırılırken.
Şöyle yazıyor Beşikdüzü, Vikipedi sayfasında;
“İlçemizin bugünkü adının verilişiyle ilgili anlatılanlardan çıkarılan şudur: 1930’ lu yılların sonlarında ilçemize gelen bölge Valisi Tahsin Uzer, Beşikdağı isminden esinlenerek buraya Beşikdüzü adını vermiştir,”
İki bilgi yanlışı var bu kısacık yazıda. Bir kere Hasan Tahsin Uzer, bölge valisi veya genel vali değil, Üçüncü ordu müfettişi. Görev kapsamı bölge valiliğini, genel valiliği içeriyor olsa da o günkü ünvanı bu. Üçüncü ordu müfettişliği Osmanlı İmparatorluğundan kalan bir ünvan. Yakın tarihimizle biraz ilgili olanlarımız Mustafa Kemal’ in Anadolu’ ya gönderilirken, 1919 yılı Nisan ayındaki ünvanının Dokuzuncu ordu müfettişliği olduğunu, “Mondros Mütarekesi” hükümlerine uyularak Dokuzuncu ordu lağvedildiğinden, aynı yılın Haziran ayında da Üçüncü ordu müfettişliği olarak değiştirildiğini bileceklerdir.
Üçüncü ordu müfettişi, tüm mülki ve idari amirlerin üzerinde yetkilerle donatılmıştı. Yetki ve sorumluluk bölgesine Trabzon, Rize, Gümüşhane ve Erzurum gibi iller giriyordu. Ayrıca Hasan Tahsin Uzer, Osmanlı döneminde çeşitli illerde valilik görevlerinde bulunmuştu. Tüm bu nedenlerle “genel vali” veya “bölge valisi” halkın bir yakıştırması olmalı…
Oldum olası böyle olmadı mı devletimizin refleksleri. Ne zaman ülkenin bir yerinde sorun çıksa, devlet olağanüstü yetkilerle donatılmış görevliler atayarak sorunları alt edeceğini varsaymadı mı hep. Başarabildi mi?
İsterseniz bu soruyu siz de kendinize bir kez sorun.
Şarlı isminin değiştirilmesi ile ilgili bilgilerim sürekli tekrarlanan ve herkesin doğru kabul ettiği bilgilerden farklı. Beşikdüzü adının üçüncü ordu müfettişi Hasan Tahsin Uzer’ e Beşikdağı’ ndan gelen esinle bir ilgisi yok. Ona gelen bir esin yok çünkü. Beşikdağı’ ndan esinlenen bir başkası.
Beşikdüzü’ nün isim babası, merhum Raif Karadeniz’ dir.
Nereden mi biliyorum?
Birincisi; Eski hükümet binası önündeki parkta, zaman zaman kendisinin katılmasıyla oluşan sohbet toplantılarının birinde, Raif Karadeniz’ in bir soruya verdiği cevapla kendi ağzından duymuşluğum var. Benimle birlikte bu konuşmaya tanık olan insanların çoğu yaşıyor dersem belki hata yaparım, ancak epeyce yaşayan var, onlar da hatırlayacaklardır söylediklerini.
Arkadaş sohbetlerinde anlattığım bu konuşmayı kamuoyu ile paylaşamadım. Böyle bir fırsat olmadı belki, bu yazma çalışması hem o fırsatı yarattı, hem de yeni bilgilere ulaşmamı sağladı. Başka kanıtlarla desteklenmediği sürece, bir sohbet toplantısı ile ilgili anlattıklarım iddia olmanın ötesine geçemezdi. Beni destekleyen en önemli kanıtı *Şadan Karadeniz’ in babasının hayatını anlattığı kitabında, yine Raif Karadeniz’ in anlattığı anılarında bulmasaydım;
“O zamanlar kaza değil, küçük bir nahiye, bir bucaktı Beşikdüzü. Dahası adı Beşikdüzü değil, Şarlı’ ydı; Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında da öyleydi. Sonra Doğu Karadeniz’ deki, Pontus’ tan kalma tüm Rumca yer adları değiştirilip yerlerine Türkçe adlar konmaya başlandığında Şarlı’ nın adı da Beşikdüzü olmuştu. Bu adı yıllar sonra babam önermişti… İşin ironik yanı, aslında Şarlı’ nın Rumca değil, Türkçe bir sözcük olmasıydı. Yıllarca sonra, bu adın Yunanca olamayacağını, “şar” ın, “şehir” sözcüğünün bir değişkesi olduğunu düşünecektim kendi kendime,…”
Ayrıca, Raif Karadeniz’ in ve Hasan Tahsin Uzer’ in devlet aygıtında o gün sahip oldukları konumlarına, Beşikdüzü ile olan ilgilerine, bir de esin perisinin geldiği söylenen dağla olan tanışıklıklarına baktığımızda, o dağın adından kimin esinlenebileceği, ismi verenin kim olduğu daha kolay anlaşılabilir.
*Bir Dönem Bir Yaşam: Raif Karadeniz’ in Yaşamı, Şadan Karadeniz, Serander Yayınları
İsim değişikliğinin Hasan Tahsin Uzer tarafından açıklandığını söylemek daha doğru olur belki. Halkın bu değişikliğe tepki göstermesini engellemek için böyle bir yo izlenmiş olabilir. Kübik binanın önünde, isim değişikliğinin açıklandığı töreni izleyenlerin anlattıklarına göre, halk bu değişiklik isteğine en küçük bir tepki, bir hoşnutsuzluk belirtisi göstermemiş. O günkü koşullar göz önüne alındığında göstermesi de beklenemezdi. Üçüncü ordu müfettişinden gelen isteğe karşı çıkmak kimin haddine?
“Hamidiye zırhlısı daha on yıl önce bombalamıştı Of’ u,” demişti o törende bulunanlardan biri. Bu sözleriyle, halka bazı şeylerin savaş yöntemleriyle kabul ettirilmek istendiğini ima ediyordu, biraz da sitemle. Halkın, bu isim değişikliğine neden karşı çıkamayacağını anlatıyordu, diğer yandan. Anlatıcının aklında yanlış kalmış olmalı. Hamidiye zırhlısının 1925 yılında Şapka İktisası Hakkında Kanun’ na karşı çıkılması nedeniyle top ateşine tuttuğu yer Of değil Rize’ ydi. Bizim konumuz o değil
Gelelim Şarlı ismi açısından cevapsız kalan sorulara;
Şarlı ismi hangi gerekçelerle değiştirildi?
Eğer, Şarlı değiştirilmesi zorunlu bir isimse, Beşikdüzü’ nün hemen sırt kısmında Nefsişarlı ismi neden hala duruyor?
Bu isim değişikliği, zamanın İçişleri Bakanlığının bir kararına mı dayanıyor,yani bir genel politika uygulaması mı, yoksa yerel yönetici ve politikacıların bir tasarrufu mu?
Devlet, benim çocuğuma verdiğim ismi değiştirebilir mi, değiştirebilmeli mi?
Hayır, diyorsanız; Köyümün, mezramın, ilimin, ilçemin ismini ne hakla değiştiriyor?
Yazımın arkasında Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Öğretim Üyesi Sinan Kılıç’ ın “Şar ve Şarlı” sözcükleri üzerine bir çalışmasını bulacaksınız. İsterseniz aşağıdaki soruyu bu yazıyı okuduktan sonra cevaplandırın.
Sizce bu isim değişikliği doğru olmuş mu?