Manav Kültürü / Sümeyye Köktürk’ten alıntıdır.
Türkiye tarihi, 11 yy. Oğuz ve Türkmen denilen Türk ırkının en kalabalık bir kolunun Anadolu kapısını açarak kendine vatan yapmasıyla başlar. Tarihinin en büyük dönüm noktalarından biri olan 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi ile Bizans mukavemeti kırılınca artık Türkler karşısında bir ordu kalmayınca, Türkmenler Anadolu’ya yayılmaya ve yurt kurmaya başlamışlardır.
Osman Turan, Malazgirt zaferinin “cihanşümül” bir mana taşıdığı ve tarihte bir dönüm noktası olduğunu ileri sürer. Malazgirt Zaferinin İslam ve Hıristiyan dünyalarının kaderine etki eden öneminden sonra, ilk büyük neticesinin “Anadolu Fethi ve Türkleşmesi” olduğuna dikkat çeker. Şu ifadeler oldukça önemlidir. İslam’ın ilk fetihleriyle sadece kanatları koparılan fakat 10. asırda tekrar kanatlanıp taarruza geçen Bizans, Anadolu fethi ile bel kemiğini kaybederek artık tedrici bir ölüme mahkum edilmiş oldu. Nitekim Malazgirt’ten sonra Bizans’ın mukavemeti kalmadığı için, Türkler birkaç yıl zarfında çadırlarını, Boğazlar, Marmara ve Adalar Denizi Ege sahillerinde dikmeğe başladılar.
Türklerin Anadolu’ya yöneldiği 11.yy. başlarında, Bizans hem siyasi hem askeri, hem de sosyal ve ekonomik vaziyeti bakımından içi boşalmış, kof bir cüsse görünümündeydi.
Türkler Anadolu’ya henüz yerleşmekteyken, Haçlı seferlerinin açtığı yeni bir mücadele evresiyle Anadolu’nun Türkleşmesinin bir asır kadar durakladığından, Orta Anadolu’ya çekilen Türklerin, bir taraftan da burada teşekkül eden öteki Türk devletleriyle cereyan eden kavgalarından ve bunların buhranları artırdığından söz eder. Vaziyetten faydalanan Bizanslılar sahilleri işgal ile Anadolu’yu geri alma ümitleri beslemektedir. Bizansın bu ümitleri bir asır sürmüştür. Nihayet Anadolu’da bir Türk birliğinin kuruluşu ve bu vatanın ikinci kuruluşu 2. Kılıçarslan, Manuel Komenos’a karşı kazandığı Kumdanlı Zaferi (1176) Bizanssın Anadolu’ya Kurtarma ümit ve teşebbüslerine ebediyen son vermiştir ve Malazgirt’ten sonra bu ikinci zafer sayesinde bu memleket artık kat’i şekilde “Türk Vatanı” olmuştur.
Anadolu’ya 1071 tarihinden önce de bir Türk yurdudur. Daha 410 yıllarında Hun İmparatoru Atilla’nın amcası Rua İstanbul’a yaklaşmış ve Atilla’nın (441-442) Balkan seferi İstanbul’u tehlikeye düşürmüştür.
Bu tarihten sonra 616 yılında yine bir Türk boyu olan Avarlar, İstanbul üzerine gelmişlerdir.
Daha Roma ve Bizans dönemlerinde Peçenek, Kuman-Kıpçak gibi Hıristiyan Türk boyları Bartın’dan başlayarak Kuzey Karadeniz sahili Doğu ve orta Anadolu’nun bazı bölgelerine yerleşmiştir. Çeşitli Türk kavimleri Anadolu’nun çeşitli yörelerinde yurt tutmuşlardır.
XI. yüzyılın sonlarına doğru çalışma yaptığımız bölgede Selçuklular tarafında zapt olunmuş, İznik ‘i kendine başkent yapan Süleyman Şah bu bölgeyi topraklarına katmıştır. Ardından 1097 I. Haçlı seferinde Bizans İmparatoru Alexios Kommenes tarafından kuşatılan bölge, 1204-1207 yılları arasında Bizans’ta Latin İmparatorluğu kurulunca Latinlerin işgali altında kalmış. İznik Osmanlı Hükümdarı tarafından geri alınmıştır. İzmit Osmanlı padişahı Orhan gazi zamanında, Akçakoca’nın da içerisinde bulunduğu bir komuta heyeti tarafından kuşatılarak zaptedilmiştir. Daha sonra Bizanslılar tarafından şehir tekrar kuşatılmış ve bu kuşatmadan bir sonuç alamamışlardır. Timur’un Anadolu’ya istilası sırasında kuvvetlerinden bir kısmı İzmit’i yağmalamıştır. 1337 yılında fethedilen İzmit bu tarihten sonra devamlı olarak Türk hakimiyetinde kalmıştır.
“Türkleşme” her yerde hemen hemen aynı yoğunlukta olmamıştır. Genellikle sınırdaki olayları ele alan vakayı namelerden de anlaşıldığı gibi siyasal yönden batı ve kuzeyde Bizans ile güneyde Ermenistan ile Türk toprakları arasındaki sınırlarda toplanmış olduğu bilinmektedir. Bizanslı yazarlar bazı yerlerden Türkçe adlarıyla söz ederler. Bunda da, bu yerlerin eski adlarını bilen kimselerin bile artık kalmadığını anlıyoruz.
Y.Öztuna’ ya göre, 1058 yılında Avrupa’da artık Anadolu’ya, Türkiye yeni Türk ülkesi denmeye başlamıştır. Süleyman şah kapı dağı yarımadasını almış ve Çanakkale boğazını da 1339 yılında Avrupa yakasına geçilmiştir. Artık İstanbul ve Balkanların yolu Türklere açılmıştır.
E. Güngör ise, bugün Türkiye’de yaşayan Türklerin atalarının büyük Selçuklu imparatorluğunu kuran oğuz Türkleri olduğunu ve Müslüman olduktan sonra bunlara “Türkmen” adı verildiği üzerinde durur.
D.Avaoğu, Türklerinin tarihinde Türkmen deyiminin ilk kez X. Yy. ikinci yarısında Maksidisi’ de geçtiğini zamanla oğuz adının Türkmen adına dönüştüğünün kanıtlarını sunar.
“Türkmen” adının yaygınlık kazanmış olduğu belirtir. Oğuzların İslamlaşmasıyla Türkmen adının yaygınlık kazanmış olduğu üzerinde durur.
Türkmen’e, Türk iman (İmanlı Türk) Türkmen ben türküm gibi anlamlar yakıştırılsa da, Jean Deny görüşüyle “men” kuvvet ekidir ve Türkmen “Türklerin türkü “Öztürk” anlamına gelir.
XI. yy. da Anadolu’ya gelen Türk boylarının konar göçer olduklarını Türkmen adının Anadolu’da konar göçerlikle eş anlamlı olduğunu, daha sonra konar göçerliği bırakarak yerleşik hayata geç tiklerini ve Anadolu’ya yurt edindiklerini biliyoruz.
Türkmenlere bir müddet sonra Türkmen denilmeyerek, yerli veya manav denilmiştir. Türkmenlerin konar göçer halde hayatlarını sürdürenlerine ise, bu özelliklerinden dolayı (Yörük) adı verilmektedir. Konar göçerliğin özünde hayvancılık var, yeni otlaklıklar aramak var. Kısaca; yürümek var. Bu hayat tarzı da yürüyen Türk anlamında “YÖRÜK”ü oluşturmuştur.
Yörük’le Türkmen’in aynı etnik zümreye ait olan iki kelime olduğunu rahatça söyleyebiliriz.
Anamur’da Yörüklere “yaylacı” yerleşik halka yaycı denildiğini Karadeniz’de bil hassa Giresun’da bu kavramları çepni bir oğuz boyunun da adıdır ve ekinci kelimelerinin karşıladığını belirtmekte Anadolu’nun muhtelit yerlerinde Türkmen Yörük göçer kelimelerine karşılıktır.
Peter Alford Andrews Türkiye’de etnik gruplar adlı kitabında Türklerin kendi etnik gruplarının pekala farkında olduklarını bu grupların nerede bulunduklarını tam olarak söyleyebileceklerini kendilerine Türkmen yerine yerli Yörük yerine manav tanımlaması getirdiklerini, bu iki sözcüğü de “doğma büyüme buralı” anlamını çağrıştırdığını, bu terimlerin şehirden çok köyde kullanıldığını aktarmaktadır.
Adapazarı, Bilecik, Balıkesir, Bursa, Çanakkale, Kastamonu, Kocaeli, Eşkişehir, Afyon ve Zonguldak da yoğun olarak yaşayan Türkmenlere yerli veya manav denilmektedir.
“Manav” kavramı farklı kaynaklar şu şekilde tanımlanmaktadır.
* Meyve sebze satılan dükkan, bu dükkanda meyve ve sebze satan kişi.
* Genel manada Anadolu Türkü, Öztürk, Sadık Osmanlı Tebası.
* Balıkesir Bandırma ilçesinde de, “manav” adı verilen uzun süredir yerleşik olan ve tarımla uğraşan yerli toplumlar vardır.
* İzmit sancağının yerli ahalisi, eski Türk boy ve oymaklarına mensup Türk göçebeleri zamanla göçebeliği terk edip iskan edilince manav adı verilmiştir.
* Yerli Türkmen, gibi yorumlamalar yapılmıştır.
Genel adı Türk olan bu insanlara yöresel adlandırmaları ile yerli, manav, pallık (Artvin’in bazı bölgelerinde ), dadaş (Erzurum’da) efe (Ege), Zonguldak Bartın’da kıvırcık Toroslar da alevi Türkmenlere tahtacı, Balıkesir’deki alevi Türkmenlerine çetmi denildiğini biliyoruz.
Kültürün kimlik tanımını etkileyen bir öğedir düşüncesinden yola çıkarak sözlü kaynaklara başvurulduğunda;
Söz konusu Oğuzların kayı boyu olan bu Türkmenlere “Size niçin manav deniliyor? Manav adının nereden geldiğini?” sorduğumuzda, aldığımız cevapların bazıları şunlardır:
* Yerli Türk.
* Yörükler yürümeyi ve hayvancılığın yanında tarımla da uğraşmaya başladığı ve de yerleşik hayata geçtiği için “manav” denildi.
* Orta Asya’dan Batı Anadolu’ya gelen Türkmenlere verilen ad.
* Türk oturursa manav, gezerse Yörük olarak tanımlanır.
* Manav; toprağa ektiği keteni yetiştirip, olgunlaşan bu bitkiyi işlemeye başlayarak, tohumundan yağını, liflerinden de eğirip, bürerek giyeceklerini dokuduğu insanlardır. Hatta ketenin liflerini tabi boyalarla boyayarak en güzel kumaşları dokurlar. Buğdayını arpasını kendi yetiştirir. Yemeklik yağını ketenden kendi çıkarır. Sebzesini de bostan dediği avlu ile çevrili sulu tarlasından, bahçesinden yetiştirir. Kısaca; her ihtiyacını kendi kendine karşılayan kimseye muhtaç olmayan insanlardır.
* Özelilikle Batı Anadolu’da yaşayan bu Türkmenistan türkü insanlar, sosyolojik açıdan değişime açık, bağnazlıktan uzak, üretken, barışçı, ihtirasları ölçülü, farklı kültüre sahip insanlarla da birlikte yaşama iradesi olan ve de devlete saygılı insan gruplarıdır manavlar.
* Osmanlı Devletini kuran bu insanlar, devlet kurulduktan sonra da Türkmenistan’dan ağırlıklı göçle beslenerek Kocaeli, Bolu, Yalova, Bursa, Bilecik, Sakarya, Afyon, Eskişehir, Zonguldak ve de Balıkesir’in bir kısmında yaşadılar. Gerek Osmanlı gerekse de Türkiye Cumhuriyeti döneminde, devlete sadakatlıkları ve başkalarının haklarına saygı duymaları ile tanınırlar.
* Bu Türkmen topluluğuna “manav” denilmesinin esas tarihi gerçeği şudur;
Osmanlı Devleti kurulduktan sonra, her Türkmen boyu çıkardığı ve ürettiği ne varsa, yılda bir kere hiçbir karşılık beklemeden Osmanlı Sarayına gönderirdi.
Bolu kabak, Afyon ve Eskişehir bulgur ve tarhana, Adapazarı ve İznik civarında sebze, İzmit Tavşancıl’dan üzüm saraya gönderilirdi.
Bolu, Bursa, Kocaeli, Yalova, Eskişehir, Afyon, Yalova, Zonguldak ve Balıkesir bölgelerinden sadece hububat, meyve ve sebze gitmezdi, saraya koyun, kuzu, keçi, oğlak yağ ve kavurmada gönderilirdi.
İşte; Osmanlının bu sadık tebası olan manav, bazı yerde de Yörük diye adlandırılan bu insanlara, bulundukları yerlerdeki azınlıklar (Ermeni-Rum). “Yahu, siz Osmanlıyı besliyorsunuz. Karşılıksız her şeyi saraya gönderiyorsunuz, siz Osmanlının manavı mısınız?” derlerdi. Bu devlete sadık insanlarda “Evet, biz Osmanlı’nın manavıyız. Osmanlının manavı olmakla da gurur duyarız. Devletimize yardım etmeyi de bir şeref biliriz” derlerdi.
İşte, o gündür, bu gündür azınlıkların hazımsızlıkla, kıskançla söyledikleri bir addır MANAV tanımlaması. Osmanlının Sadık tebası, Özbe Öz Türk. Türkmen – Yörük kül türünün has insanlarıdır manavlar.
Yine sözlü kaynaklardan halk arasındaki tanımlamalarla, manavların kişiliklerine ait bazı tespitler.
* Manav ve macıra senet gerekmez
* Manavın sözü senettir. Devlete, nizama son derece bağlı ve itaatkârdır. Hırsızlık yapmazlar. Herkesin mahsulü harmandadır. Kız kaçıranlar, kavgalı olanlar köyde barınabilirler ama hırsızlık yapanlar asla barınamazlar.
* Bir Karadeniz göçmeninden derlenen tanımlama; manavın sessizine aldanma.
* Manav uysaldır. Sessiz sakin insanlardır. Ama manavın damarı kabardımı yanına gitme, Ayranlığı değişilmeye görsün.
* Manavlar birbirini tutmazlar, ama ayrıda yaşamazlar
* Manavlar temiz kalpli, saf insanlardır.
Yusuf Çam Milli Mücadelede İzmit Sancağı adlı eserinde Milli Mücadelenin başlangıç döneminde İzmit Sancağında yaşayanların %70 Müslüman %30 kadarı çoğu Hıristiyan olmak üzere azınlıklardan oluştuğunu ve bölgenin sosyal yapısını üç büyük sosyal bütünlük halinde görmek gerektiğini öne sürer.
1. Hıristiyan Azınlıklar ( Ermeniler, Rumlar, Yahudiler )
2. 1830 yılından itibaren bölgeye yerleşen (Muhacirler, Balkan ve Kafkasya)
3. Bölgenin yerli (otoktan) halkı bu son boşluğu açarsak; bölgenin yerli halkı manavlardır (yani Türkmenlerdir) demektedir.
Kültür, bir toplumun hayat biçimidir. İnsanoğlunun öğrendiği bilgi, sanat, gelenek – görenek ve benzeri yetenek, beceri ve alışkanlıkları içine alan karmaşık bir bütündür.
Türk tipinin bulunduğu coğrafi bölgeye göre etkilenen ve karışarak değişik özellik kazanan bir ırk olduğu dile getirilmektedir. Özellikle Marmara Bölgesinde yaşayan kişiler MANAV olduklarını söylemektedirler.
Manav Türkmen kültürünü anlayabilmek için, Manavlar hakkında etnografik bilgilere ihtiyaç vardır. Örneğin keten el dokumacılığı manavlarla bütünleşmiştir. Çiftçi ailesinin boş zamanlarında tarımdan arta kalan günlerde uğraştığı, hem kendi ihtiyacını karşıladığı hem de fazlasını satın para kazandığı veya yöresindeki hammaddeden ve boş duran iş gücünü değerlendirdiği yardımcı bir el sanatı durumundadır.
Ekilip dokuma durumuna gelinceye kadar, havuzlama, kurutma, kırma, tarama, yumuşatma, eğirme, ağartma, çözgü hazırlama aşamalarından geçen keten; dokunup çarşaf, yaygı, yorgan yüzü, yastık kılıfı, elbiselik, yolluk, çuval olarak Manavların ihtiyaçlarını görmektedir.
Geleneksel giyimin parçaları olan uçkur, önlük, yağlık, çevre keten bezinden yapılır. Şalvar ve sırta giyilen içlik saya mintan, hırka ise zaten ketenden diğer bir adıyla kandıra bezindendir.
Manavlar ketenin çöpünü bile ziyan etmez. Bu bir mübalağa değildir. Ketenin çöpünden yatak, minder yapar, keten tohumunun yağını yemeklik olarak kullanır ve kandilinde yakar.
Şehre sadece tuz almaya, şeker almaya giderlerdi. Bazen de şeker ihtiyacını yaptıkları pekmezle karşılarlardı. (Dut, elma, pancar, armut ve şeker kamışı pekmezleri )
Manavlar, bölgenin tarım ve hayvancılık özelliklerine uyum göstermiştir. Tahıl, keten, kenevir, meyve, sebze tarımı, bağcılık, son zamanlarda fındıkçılıkla uğraşmışlardır. Manavlarda özellikle Kandıra hayvancığının önemi büyüktür. Koyun, keçi, hindi, küçükbaş, sığır, dombay (manda) gibi büyükbaş hayvan yetiştiriciliği yapmaktadır.
Keş, yağ, peynir, yoğurt üretmişlerdir ki Kandıranın yoğurdu meşhurdur, bu üretimin bir kısmı aile içi tüketime tahsis edilmiş, bir kısmı satışa sunulmuştur.
Mimari : Manav köylerinde halk mimarisinin ilginç bir örneği ahşap yığma şeklinde olan çandı evler bulunmaktadır. Gerek Selçuklu, gerekse Osmanlı döneminin bu orijinal ahşap örnekleri günümüzde tek tük de olsa ulaşmıştır.
Kandıra ve Kandıra’nın hemen yanı başında bulanan Taşköprü çevresinde yöresel adıyla, üç çandı camii kalmıştır. Tatar Ahmet, Karagüllü, ve Hatipler köyü civarıdır.
Kandıra, Kaynarca dolaylarındaki Çandı camilerinin çoğunda Orhan Gazi döneminde ait bulunduğu ve bu tür camilerin kesinlikle Akçakoca Bey’in fethettiği yerlerde yapılmış bulunduğu, Orta Asyadan gelen bu mimarinin anısına sadık olan Büyük Kahraman Akçakocanın isteğine bağlı olarak bu camilerin yaptırdığı kanısı öne sürülmektedir.
Çandı evler geleneksel Türk ailesinin yaşam şekline göre planlanmıştır. Evin tam ortasında ocaklı bir oda bulunmaktadır, Odanın etrafında onu çevreleyen bir dolaşma yer almaktadır. Evin girişindeki hayat denilen geniş alan bu dolaşmayla birbirine açılmaktadır.
Evler iki katlı olup alt katta ahır bulunmaktadır. Yaşam mahallinin ahırın üzerinde yer almasının amacı hayvanların ve nefeslerin oluşturduğu sıcaklığın üst katın ısınmasında katkı vermesidir. Aynı zamanda da mal canın yongasıdır. Hayvanlar ailenin gözü önündedir.
Çandı yapının en önemli özelliği 20 cm çapındaki kütükler düzgün yontularak birbiri üzerine binen U kesitli boğazlarla kenetlenmektedir. Boğaz kısmından ağaçlar 20 cm uzatılarak uçları aynı hizada düzgünce kesilmektedir.
Kertilip birbirine geçirilen uzun kütüklerde çivi kullanılmamaktadır. Bu yapılar kültür özelliği olmasının yanı sıra birer sanat eseridir. Kışın sıcak, yazın serindir. Aynı zamanda depreme son derece dayanıklıdır.
Görüyoruz ki; Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Türkler manevi kültürlerinin yanında maddi kültürlerini de getirmişlerdir.
Manav Mutfağı;
Manav mutfağı karbonhidrat ağırlıklıdır diyebiliriz. Buğday başta olmak üzere tahıl maddeleri ana öğedir.Türklerde çok eski ve yaygın bir çeşit olan gözleme manavlarda da vazgeçilmezdir. Yine bu çeşide yakın bazlama ve cizlemeyi sayabiliriz. Bazlama biraz kalındır. Ve ekmek işlevi görmektedir. Cizleme ise taşmış ve yumuşak hamurun daha ince pişirilmiş bir versiyonudur.
Bu mutfağın en kendine has örneklerini vermek gerekirse, malay (mısır ve buğday unundandır, dartılı veya pekmezli yenir) mancarlı pide (bu genel bir başlıkla söylenirse ıspanaklı pidedir. Ispanakla sınırlanmaz. Pidenin içi gezicek otu, efelik, kaldirik otu, gışırık otu olur ama başlık aynıdır; mancarlı pide)
Dartı : Dartı başlı başına konudur. Bir imzadır bu mutfakta. Bekletilen sütün üstündeki kaymak, yoğurdun kaymağı toplanarak kaynatılır. Kaynatma süresi istenen kıvama göre değişmektedir. Çok kaynatılırsa yağı iyice ayrılır, az kaynatılırsa daha krema görünümünde olur. Bir iki maddede yapımını açıklayacağımız bu yiyecek kahvaltılarda baş tacı yemeklere çeşnidir.
Keşkek : Çok eski bir yemektir. Oğuz Türkmen boylarının vazgeçilmez yemeğidir. Buğdayın dövülmüşü kaynatılır içine et katılır. Üzerine mutlaka dartı koyulur.
Keşkek aslında düğün ve bayram yemeğidir. Eskiden bayramlarda asla es geçilmezdi.
Keş : Eski bir ağartıdır süt ürünüdür. Kesilmiş sütten yapılır. Kendi kendine toplanan süt bir tülbentle süzülür ve kurutulur. Kahvaltılık veya hamur işlerinde iç malzemesi olur.
İçecek olarak komposto ( hoşaf ) ve ayran sayabiliriz. Komposto için tercih edilen meyveler elma, armut, ayva, eriktir. Kurutulur, kurutma işlemi sonrası erik(kak) diğerleri (buruç) kıvamındadır artık..
Kışlık hazırlıklarda ise; pekmez, tarhana, salçalar, meyve kuruları ve kendi tuzlu suyunda uzun süre bekletilmiş sert peynirler yapılırdı. Bu kıvamdaki peynirler közde veya tavada kızartılıp tüketilir.
Çorbalarda kesin bir un malzemesi hakimiyeti vardır.
* Kesme çorbası
* Dımbıl çorbası
* Umaç Çorbası
* Erişte Çorbası
* Tarhana Çorbası
* Mancar Çorba ve yemekleri
Ana başlıklar halinde söylediğimiz manav mutfağı; her yöre mutfağında olduğu gibi yeniden keşfedilmeyi bekleyen lezzetlerin sahibidir.
Özellikle gözleme, cizleme ve bazlamaç çok özel yemeklerdir. Bugün bile gözleme deyince akla manavlar ve Yörükler gelir. Aynı kültürün insanları.
Sadece Batı Anadolu’da değil, Ege ve Akdeniz bölgesinde de, bu yerleşik veya kısmen Yörük olarak adlandırılan bu insanların en önemli yiyeceklerinin başında gözleme gelir.
Her evde kışlık tarhana, kuskus, buruç (elma, eriki armut vs.) vardır. Yazdan yapılmış peynirleri vardır. Kavurmalar pek çok aile tarafından toprak küplere yazdan basılır.
Pekmez (pancar, şekerkamışı, elma, armut vb. meyvelerden elde edilen tatlı) hemen hemen her evde bulunur. Enerji kaynağıdır. Kışın soğukta özellikle yenir.
Manav mutfağının en önemli yemeklerinden biri de “Malay” yemeğidir. Bazı yörelerde “kaçamak” diye de anılan bu yiyecek, yoğurt ve pekmezle iştahla tüketilir. Mısır malayı veya buğday malayı, her ikisi de bu yerli halkça çok sevilir.
Mancarlı pide, manavlarda gözde yiyeceklerdir. Mancar (ıspanak, gazicek, efelik, gışırık, galdirik, (çiçekli mancar) kabak urgan ucu, pazı vs.) bitkilerin ortak adıdır.
Mancarlı olarak yapılan bu un mamülü pideler, dartı, sütçiği, peynir, keş gibi süt ürünleri ile de karıştırılır, desteklenirse mükemmel bir yiyecek ortaya çıkmış olur.
Bozkurt Güvenç’in yaklaşımıyla dile getirecek olursak; bir manav ırkı yoktur ama görünen o ki bir MANAV KÜLTÜRÜ vardır