Aybattı’nın Gölgesi

Okul Yılları…/Feryal Turan Çakmak

Dersimiz çalışma sosyolojisi…Hocamız bize insanların tamamen kaderlerini değiştiren toplumsal bir olaydan bahsediyordu…Göç diyordu…Bırakmak diyordu…Özlemek diyordu topraklarını…

…Hemen hemen hepimizin bir göç hikayesi ve göçe konu bir köyü vardı…Yanlız bir arkadaşımız benim köyüm yok dedi…Nasıl yani dedim içimden…Bir insanın köyünün olamıyacağı olasılığı o ana kadar hiç aklıma gelmemişti…İçim burkuldu bir an…Farkettim ki insanın köyü kökleriymiş…Köklerinden filizlenirmiş insan…Bir an vicdan azabı duydum…Çünkü her köye getirilmemizde oflayıp puflardık…

Haziranın ortaları yazın başlangıcı…Kulaklarımızda bir ses ”Trabzon yolcusu kalmasın!!!Harem Otogarında valiz sürüklüyoruz…Kanberoğlu Turizm ve memleket sevdalısı anne baba işbirliği bir bakmışız Aybattı Mahallesindeyiz…Gitmemek için direnirdik…Çünkü evimiz köyün en ıssız mahallesindeydi…Aybattı Mahallesi…Her zaman gölgeli ve her zaman yalnız…Issızlığı dinsin diye yapılmış üç beş ev…Kara taştan alt katı ahırdan oluşan iki katlı eski bir köy eviydi evimiz…Evin içi iki bölümden oluşuyordu…Tahta üstü denilen bir kısım …Bu kısmın üzerinde ahıra açılan bir kapak…Aksırsa, Tıskırsa, inek gaz kaçırsa olduğu gibi ses evin içinde…Her akşam Babannem ineklerini bu kapaktan aşağı sarkıttığı yal kazanı ile beslerdi…İkinci bölüm yerüstü denilen kısım…Önceleri topraktı bu zemin, daha sonrasında bir çok insan beton dökerek bu kısmı kapatmışlar…İçerinin loşluğunun aydınlığa uyanan gözleri gibi pencereleri…Yeşil boyalı, ahşap parmaklıklı…Yıllar geçtikçe anladım ki bu ev canlıydı…İçinde yaşayanların ruhunu taşıyordu…Yokluktan ekmek çıkaran insanların öyküsüne çatı olmuş bu ev, korkularına kapı olmuş, aydınlıklarına pencere olmuş bu ev…

Bir de binbir kokusu vardı bu evin…İçeri girdiğiniz gibi, dışı iyice kara ateşten kararmış kara kazanın kokusu, bakırdan bakraçların, güğümlerin kokusu, yaz akşamları uzun sırıklarla açılan çatmadan içeri sızan ıslak çimen kokusu…Usul usul esen rüzgarların fındık dallarından, lahana yapraklarından ve hatta ahırın önündeki kemire yığınından topladığı o koku…Ve toprağın kokusu…Çok tuhaf manzaranın içindeyken bu büyüyü farketmiyorsunuz…Ne zaman ki dışında kalıyorsunuz manzaranın ve derin bir özlem…Özlediğinizde sanki anlıyorsunuz bir toprağa sahip olmanın değerini…Çok güzel tatiller geçirmişim aslında Babannem ve Dedemle…

Zavallı dedem ben sıkılmayayım diye bana sürekli tahta yonttururdu…Sevgiyle bakardı gözleri bana ve abime…Dedemle bazen yaramazlık yapardık…Tabi babannemin hışmından kurtulmak ne mümkün…Yoğurt mayalasa, biz Dedemle kaymağını çalardık…Süzme peynir yapsa, ah yazık deyip kapının önündeki kediye atardık…Kadın bize inek teslim ederdi…Gider komşunun bahçesinden küfür kıyamet alırdı…Hava ana derdik biz O’na… O küçük ama bir o kadar güçlü bir kadın…Çok severdim ikisini de…Hava Anam kedilerden fazla hoşlanmazdı ancak onları da asla aç bırakmazdı…

Bir gün kediye süzme peynir yerine vermiş ekmekli yoğurt…Tabi bizi mırnav hiç beğenir mi? Dedem alıştırmış onu her gün süzme peynire çökeleğe…Burun kıvırıyor bizim mırnav…Hava Anam o kadar sinirlendi ki kediye…Daha külek kadar oldu kafan mı demeler…Beğenmediysen git Acağan Mısta’nın Lokantasına mı demeler…Sana sürekli peynir mi yapacağım demeler…Hala dün gibi aklımda Hava Anamın kediyle serzenişleri…

Sevgiyle anıyorum onları…Aybattı’nın gölgesinde yaşayan ve onun gölgesinde hikayelerini tamamlayan insanları…