“Fotografta gördüğünüz yapının, gördüğünüz haliyle bir benzeri daha yoktur” diyebilirim./Em.Öğrt. Atilla Korkmaz
Kimi yapılar vardır ki; onları mimari, estetik, sanat, görkemlilik gibi kriterlerle değerlendirmeyiz. Bu yapıları ilginç kılan, onların benzersiz oluşudur. Ülkemizde ve dünya üzerinde, bir başka benzerleri yoktur veya çok azdır.
“Resimde gördüğünüz yapının, gördüğünüz haliyle bir benzeri daha yoktur” diyebilirim
Kadırga pazar yerinin hemen aşağısında bulunan; pek çok insanın bilerek ya da bilmeden; mescid, cami olarak andığı; yaz mevsimi Cuma günlerinde binlerce insanın namaz kıldığı; tarihi namazgahı anlatayım size.
Namazgah: Açık havada, topluca namaz kılmak için düzenlenmiş yerlere denir.
Yakınında cami veya mescid bulunmayan yerleşim alanlarında, zeminden biraz yukarıda ve etrafı genellikle taşla veya bir başka şekilde çevrilmiş, ibadet yerleridir.
Namazgahlarda minare bulunmaz. Bunun yerine, yerden bir kaç basamak yükseklikte, bir müezzin mahfili olur. Ön kısımda kıbleyi gösteren büyük bir taş veya mihrap nişi ile, minber yerine geçen bir yükselti bulunur.
Kadırga yaylasındaki namazgahın, tümüyle ahşaptan yapılmış bir müezzin mahfili vardı, onu hatırlıyorum. Resullü köyünden merhum Yaşar Hafız’ın güzel, yanık sesiyle okuduğu ezanları da. Öyle bir yapıya minare denilemezdi, dört ayak üzerine oturtulmuş, merdivenle çıkılan küçük bir kulübe gibi. Müezzinin ezan okuduğu bölümün yüksekliği, yerden üç metre kadar yukarıdaydı. O ahşap yapı yıkıldı gitti.
Bu namazgahla ilgili rivayetlere geçmeden, her iki yanına sonradan kondurulan çifte minarenin öyküsünü anlatayım, kısaca.
1990’lı yılların ikinci yarısı. Namazgahın karataş duvarları, bazı yerlerden yıkılmaya başlamıştı. Duvarların onarımı, aralarında babamın da bulunduğu, Oğuz’lu bir grup yaşlı insanın önayak olması ile tamamlandı.
Bunun ardından, namazgaha minare yapılması gündeme düştü birden.
Konuyu gündeme taşıyan, Şalpazarı, Geyikli köyünden, emekli imam Muhammet Bayraktar’dı. Zamanın Torul Kaymakamı; minare yapılmasına engel olmak için; namazgahın bir tarihi eser olduğunu; ayrıca namazgahların minaresiz olması gerektiğini söylese de; yapılmak istenen işe engel olmaya kalkmasının, kendisi için sıkıntı yaratabileceğini anladı ve düşüncesinde ısrar edemedi.
Bir minare yapmak için başlatılan çalışma, iki minare ile bitirildi.
Belki de minareli tek namazgah oldu, Kadırga Namazgahı. Üstelik çifte minareli.
Kadırga yaylası namazgahıyla ilgili üç rivayetten biri Fatih Sultan Mehmet, diğerleri de Yavuz Sultan Selim ve annesi Gülbahar Hatun’la ilgilidir. Çok anlatılan iki tanesi şöyle:
Fatih Sultan Mehmet, 1461’de Trabzon’u aldıktan sonra, arkadaşı olan oymak beyi Kadir Ağa’yı görmek ister. Kadir Ağa’nın, bir başka oymakla aralarında çıkan çatışmada öldüğünü öğrenen Fatih, mezar ziyareti için yola çıkar.
Maiyeti ile birlikte, Kadırga Yaylasının Çadırdüzü mevkiine çadır kuran Fatih, Kadir Ağa’nın mezarını ziyaret eder.(Kadirkaya tepesindeki mezar.)
Cuma namazını da burada kılmak istediğinden, bu namazgahın çevresini taşlarla çevirterek; 562 yıldır; aynı alanda kış mevsimi dışında; çevre obalardan, yurt içinden ve dışından gelen insanların; hem vakit namazlarını, hem de Cuma namazlarını kıldıkları bu mekanı yaptırır.
Bir diğer rivayet:
İran seferinden dönmekte olan Yavuz Sultan Selim, Kadırga Yaylası’na ordugah kurar. Ordugahın çadırlarının kurulduğu yere günümüzde Çadırdüzü denir.
Cuma namazını yaylada kılmak isteyen askerlerine, bu yeri göstererek etrafını taşla çevirmelerini ister. Askerler, çevreden topladıkları taşlarla bu mekanı oluşturur ve namaz kılarlar.
Bu namazgahın içine yağmur yağmadığı, kuş pisliği düşmediği gibi rivayetlere gelince.
Ne diyeyim ki? Ben denedim, siz de deneyin görün.
Rivayet dedim ya.