Düğünlerimiz /Yük.Hemşire Güler İpek
Eskiden düğünlerimiz harika idi.
Çocukluğumda yapılan ve o zaman uygulanan şekliyle anlatmaya çalışacağım düğünlerimizi. Artık unutulmaya yüz tutmuş olan bu geleneğimizi gelecek nesillere aktarmak beni mutlu edecek. Bu da bu site sayesinde olacaktır. Siteyi hazırlayanlara ve destek olanlara tekrar teşekkürler.
Türkelli’de düğün geleneklerinin epeyce değişikliğe uğradığını özellikle orta yaşın üzerinde olanlar iyi bilecekleridir. Ben burada otuz kırk yıl önceki düğünlerden örnek vermek istiyorum.
Eskiden düğünler üç gün sürerdi.
Cumartesi “şenlik günü” şenlik günü denilen günün akşamı “kına gecesi” (gece düğünü) yapılır, Pazar günü asıl düğün, yani “gelin alma” yapılırdı. Pazartesi günü ise “gelin bakma” ya da “oda bakma günü” olarak anılırdı.
Birinci gün:
Cumartesi sabahı erkenden düğün evinde yemek hazırlıkları başlardı. Köyde aşçılık yapan kadınlar toplanır, çeşitli yemekler pişirirlerdi. Pişirilen yemekle genellikle çorba, karalahana sarması, yahni (et yemeği), kuru fasulye ve taze fasulye yemeği idi. Tatlı olarak sütlaç, yufka tatlısı ya da lokma çeşitleri olurdu.
Bu arada mahallenin genç kızları düğün evinde toplanıp şenlik (düğün) çağırmak için toplanırlar. Düğün sahibi tarafından, ikişerli ya da üçerli gruplar halinde köyün mahallelerine gönderilirler ve şenlik çağırırlardı. Bu iş için kızlar en güzel giysilerini kuşanırlar ve her evi tek tek dolaşırlardı.
Benim bu şenlik çağırma ile küçük bir anım var: Rahmetli Emanetûn Mehmet’in şenliğini çağırmak için diğer arkadaşlarla Kızılçukur ve Aruz köylerine gittik. Çağırma işini bitirdikten sonra köyde, Güvende suyunun üst tarafında, şimdi artık kullanılmayan Gedik Ali suyunun yanından hızla inerken, yolun kıyısındaki derin kanala tepe üstü düştüm. O zaman canımın acımasından çok şenlik çağırmak için giydiğim yeni alınan fosfor yeşili hırkamın kirlenmesi beni üzmüştü.
Kız tarafında gelinin arkadaşları ve akrabaları daha önceden hazırlanan bohçalanmış çeyizleri erkek evine götürüp oda donatmak için toplanırlardı.
Erkek evinden birkaç kişi pişen yemeklerden alıp kız evine çeyiz almaya giderlerdi. Eğer kızın eşyaları varsa taşımak için eskiden at getirilirmiş, sonraları atın yerini araba aldı. At ya da araba yoksa yatak, yorgan gibi eşyalar sırtta taşınırdı.
Erkek evinden gelenler, çeyiz sandığının üstüne oturan kızın bir yakınını (kardeşi ya da yeğeni) bahşiş verip kaldırır, ondan sonra herkes eline birer bohça alarak kız evinden çeyizleri erkek evine götürürlerdi. Erkek evine getirilen eşyalar, hangi oda donatılacaksa o odaya yerleştirilirdi.
0da donatma, gelinin karyolasının düzenlemesi ve yaptığı el işi çeyizlerin duvarlar ile tavana çaprazlama gerilen iplere serilmesi şeklinde olurdu.
Donatma işi bittiğinde damat çağrılır, oda ona teslim edilirdi. Damat odayı teslim edene bahşiş verir, kurulan sofralarda çeyizi getiren, donatan kişilere yemek sunulurdu. Ayrıca ev sahibinin hazırladığı zarflarda bohça taşıyanlara da bahşiş verilir, orda bulunan yaşlı kadınların başına ise hediye olarak kızın çeyizinden boncuk oyalı tülbentler sarılırdı.
Bu işler olurken köyün diğer kadınları, erkek evine ziyarete gelir, süt, mısır, fasulye, patates, lahana gibi düğün evinde lazım olacak erzakı getirirler, yemeklerini yer ve giderlerdi.
Gece Düğünü / Kına Gecesi:
Akşam saat altı-yedi gibi düğün nerede olacaksa orada toplanılır. Düğün sahibinin durumuna göre kemençe, davul-zurna ve diğer başka çalgı aletleri ile geç saatlere kadar oyunlar oynanır, horon tepilirdi. Kız evinin isteğine göre kına gecesi nerede olacaksa, kız evinde veya düğün yerinde olabilir. kına türküsü söyleyecek kadınlar, kemence çalan kişi oraya giderdi. Kına türküleri eşliğinde gelin oturtulur, kına yoğrulurdu. Gelin elini kına koymak için vermez, büyüklerini ister, onların rızasını alır ve bundan sonra kına koyulması için elini verirdi. Gelinin avucunun içine demir para konulur (şimdi altın konuluyor) ve kınası yakılırdı.
Kına türküsünden birkaç mani;
Ayşem nerden geliyon yayladan
Bende seni tanımadım
Aman da baygın Ayşem
Boğazında paradan
Ayşem nerden geliyon bahçeden
Bende seni tanımadım
Aman da baygın Ayşem
Elindeki bohçadan
Kına türkülerini ayrıca yazacağım.
İkinci Gün:
Düğün günü genç delikanlılar toplanır, düğün sahibinin gönderdiği mahallelerdeki evlere düğün çağırırlardı. Fakat bu zamanla unutuldu (birinci gün çağırılan şenlik yeterli görüldü herhalde).
Köyün kadın aşçıları (pavutçu) gelir, komşu kadınlarla imece usulü hep beraber yardımlaşarak yine yemekler hazırlanırdı.
Bu arada gelin giydirilir ve süslenirdi (önceleri bu işi de köyde kadınlar yapardı, şimdi gelin kuaföre gidiyor ve düğün saatinde köye dönüyor). Daha sonra erkek tarafında toplanan köylüler hep beraber kız evine gelini almaya giderler, silah atarak geldiklerini haber verirlerdi. Daha eskilerden köyün yaşlıları da gider, gelini evden ilahi okuyarak çıkarırlarmış. Düğün alayı kız evinin kapısına gelince kapı gelinin bir yakını tarafından kilitlenir, bahşiş verilerek kapı açtırılırdı.
Bu arada gelinin erkek kardeşi gelinin beline kuşak çevirir ve kurdele (köyde “a” uzun olarak “kurdâle” denilir) bağlardı. Gelin, ailesi ile görüşüp kucaklaşır, evden ayrılmaya hazırlanan gelinin kollarına iki kişi girerdi. Gelinin koluna giren kişiler geline nerede duracağını, nereden bahşiş alınacağını söyleyerek yol boyunca geline eşlik ederlerdi. Buna göre evden çıkışta, yolda, köprü ve engebeli yerlerde gelini durdurup “gelin geçemiyor ya da çıkamıyor” derler, erkek tarafından kayınpeder, amca, dayı gibi yakın akrabaların geline bahşiş vererek geçmesini sağlarlardı. Şimdi bunun yerini düğünlerde takı töreni aldı. Herkes hediyesini takı töreninde veriyor.
Damat gelini yolda karşılar, teslim alırdı.
Gelin evin kapısına gelince damadın annesi gelir ve geline ahırdaki ineği bağışladığını söyler, damadın babası da bir tarla bağışlar bahşişini verirdi.
Gelin eve girmeden önce eşiğe bir tas su bırakılır ve kapıya kırmızı bir ip bağlanırdı. Gelin eşikten geçerken bir tekmeyle suyu devirir ve eliyle kırmızı ipi koparırdı. Bu “her işi su gibi olsun” ve “her zorluğu yensin” anlamlarına gelirdi. Bu sırada gelinin başından aşağıya toz seker dökülürdü. Bu da “şeker gibi tatlı olsun” anlamına gelirdi. Eşiği aştıktan sonra gelin kendisi için hazırlanan gelin odasına girerdi. Böylece davetliler için ikinci günde bitmiş olur, herkes yavaşça dağılırdı.
Daha sonra imam ya da hoca gelir, imam nikahı kıyılır, nikah yemeği yenilirdi. Gece olunca damat iki el silah atar, bu da damat olduğunun işareti sayılırdı.
Ertesi gün öğleden sonra yine bilhassa kadınlar toplanır, gelinin çeyizi bakılır, ne işlemiş ne dokumuş incelenirdi. Kemence eşliğinde horonlar oynanır, kemence yoksa düdük çalınır, o da yoksa bir kişi ağzı ile türkü söyler ve böylece eğlenilirdi.
Üşlük (Üçlük):
Üç gün sonra kız evinde yemekler hazırlanır, gelin baba evine davet edilirdi. Erkek evinden akrabalarla birlikte kız evine gidilirdi. Damat eve girmez küser, kayınvalide önceden hazırladığı hediyesini damada vererek damadı eve alırdı. Sofralar kurulur, damat arkadaşları ile aynı sofraya oturur, yemekler yenirdi. Yemek bitince damat sofrada boş tepsiyi ters çevirir altına bahşiş koyardı. Bu arada sofradan kaşık çalınır, saklanırdı. Yemek sonunda damadın oturduğu sofraya mendil dağıtılır, sohbetler edilirdi. Gelin baba evinde bırakılırdı (sonradan bu da değişti, şimdi gelin babasının evinde kalmıyor).
Evden çıkarken damat ayakkabısını bulamaz, çünkü saklanmıştır. Önceden tedbir alıp kendisi saklamazsa emanet ayakkabı ile kendi evine geri giderdi.
Ertesi gün kahvaltıya birkaç kişi gelini almak için gelir, kahvaltıdan sonra gelini alıp damadın evine giderlerdi.
Böylece bir düğün de sona ermiş olurdu.
Bildiğim kadarıyla anlatmaya çalıştığım, daha doğrusu yaşadıklarımdan bir kesit olan bu yazdıklarımın sitemize bir katkısı olur umudundayım.