Bitki Örtüsü

Türkelli, Karadeniz iklim ve bitki örtüsü özelliklerini taşır(dı). /Şakir Sağlam

Karadeniz iklimi içinde de Doğu Karadeniz İklimi farklılık özellikler gösterir. Hatta, bölüm bölüm gene farklıdır. Örneğin; Yoroz Burnu ile Arsin arası tam Akdeniz iklimi yaşar.
Bölgemiz, çok fazla yağışlıdır. Yazları sıcak ama şaşırtan değişiklikler olabilir. Kışları kıyılarda ılık, yükseklerde sert geçmektedir. Nem miktarı kıyıdan yüksekliğe doğru azalır.

Foto: Nural Emiroğlu

Bu iklime uygun olarak, Doğu Karadeniz’de Batı kesimden daha gür olmak üzere yer yer daralan, yer yerde genişleyen bir şerit halinde aşağı seviyelerde bazı maki elemanlarını da (Sandal, Kocayemiş, Menengiç, Akçakesme) içine alacak şekilde devam eder. Sonra ise Kuzey yamaçları boyunca 200 m başlıyan kayın, kestane, ıhlamur, gürgen, meşe, akçaağaç, kızılağaç gibi yapraklarını döken ağaçlardan oluşan ve 1200 m. ye kadar devam eden bir kuşak ile karşılaşılır. Burası aynı zamanda yapraklı koru ormanları olarak bilinen sahadır.

EKOLOJİ

Bilindiği gibi son yıllarda tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de çevre sorunları gün geçtikçe büyümekte ve daha fazla güncellik kazanmaktadır.Bu sorunlar, ozon tabakasındaki delikten hava kirliliği, deniz kirliliği, göl ve akarsu kirliliği, toprak kirliliği, gürültü kirliliği, plansız şehirleşme ve sanayileşme, toprak erozyonu, sel ve taşkın problemleri, bitki ve hayvan türlerinin soyunun tüketilmesine kadar uzanmakta, bunun sonucunda tabiattaki denge ve ahenk büyük ölçüde insan etkisiyle bozulmaktadır. Ülkemizde bugün belki de en önemli çevre sorunu, erozyon ve toprak kayıplarıdır. Tarihte büyük medeniyetler toprak ve su kaynaklarmca zengin alanlarda gelişmiş, bu kaynakların tahrip ve yokedilmesi de yine bu büyük uygarlıkların sonunu getirmiştir. Buna örnek olarak Mezopotomya ve İnka medeniyetlerini verebiliriz. Mezopotamya medeniyeti Anadolu’dan taşınan toprağın altında kalmıştır. Güney Amerika’daki İnka’lar tarım bakımından ileri gitmiş zengin bir toplum iken, ormanları tahrip edip yeni tarım alanları açmış, bunun sonucunda artan erozyonla toprakları gitmiş, verim düşmüş, artan nüfuslarını besleyemeyerek zayıf düşmüşler ve medeniyetleri çökmüştür.

Ülkemizde nüfus hızla artmakta, buna karşılık tarım alanları artmayıp aksine azalmaktadır. Çünkü, tarıma uygun l. sınıf arazi üzerine her yerde ve herkesin gördüğü gibi binalar, fabrikalar, şehirler – alternatif alanlar olmasına rağmen- inşa edilmektedir. Bu şekilde fert başına düşen tarım alanı küçülmektedir. Ülkemiz tarım ürünleri üretimi bakımından kendisine yeten ender ülkelerden birisi olmasına rağmen bununla çok övünülmemelidir. Gerekli tedbirler alınmadığı takdirde kısa süre sonra kendisini besleyemez duruma düşmemiz kaçınılmazdır. Ülkemizde ormanlar da hızla tahrip edilmekte, orman alanları azalmakta, nitelikleri düşmektedir. Bu bakımdan odun hammaddesi üretimi ihtiyaca yetmemektedir. Daha şimdiden ülkemizde yetiştirilen bazı tarım ve orman ürünleri dışarıdan ithal edilmeye başlanmıştır. Ülkemiz tabii kaynaklarının detaylı envanter ve sınıflandırılması şimdiye kadar yeterince yapılmamış, yapılanlara da uyulmamıştır. Bu konudaki en büyük problem, Arazi Kabiliyet Sınıflandırmasına uyulmaması ve arazinin yanlış kullanılmasından doğmaktadır. Orman ve arazi kadastrosu yapılmadığı çin bazı yerlerde ve durumlarda orman arazisi işgal edilmiş, orman ortadan kaldırılmıştır.

Doğu Karadeniz Bölgesindeki illerin orman kadastrosu görmüş alanları, Giresun’da %5.2’si, Ordu’da %6.6’sı, Trabzon’da %5.8’i, Rize’de %9’u, Artvin’de %5.4’üdür (2). Ülkemizin Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerindeki l. sınıf, tarıma uygun verimli tarım alanları; şehirleşme, sanayileşme, yol, askeri ve turistik tesisler, havaalanları gibi kullanımlar sebebiyle elden çıkmaktadır. Doğu Karadeniz bölgesinde tarım yapılabilir 1,2,3. sınıf arazilerin nisbeti toplam arazinin %2.1’idir. Bu oran Trabzon’da %1.01, Rize’de %0.43’dür (3). Yani, Trabzon’un tüm arazisinin sadece %1’i, Rize’nin ise %0.43’ü tarım yapılabilirarazidir. Çoğu kıyı kesimlerde az ve kıt olan bu verimli topraklar şehirleşme, sanayileşme, havaalanı gibi tesisler ile ortadan kaldırılmaktadır. Bu gibi yararlı tesislere ülkemizin büyük ihtiyacı vardır. Ancak bunların kurulabileceği daha verimsiz alternatif alanlar varken ve gerekli teknik önlemler alınmadan yapıldığında bunlar çevreyi kirletmekte ve insan sağlığına zarar vermektedir (Trabzon çimento fabrikası ve Murgul bakır fabrikası gibi).

Foto: Fevzi Çakmak-Yastalan’dan görünüm.

Ormanlık yukarı kesimlerde ise gizli ve açık orman tahribatı sürmektedir. Ormanlar, aşağıdan yukarı doğru tarım alanı açmak için, yukarıdan aşağı da yaylacılık ve hayvancılık için baskı altına alınmakta, alanları daraltılmakta bazen de ortadan kaldırılmaktadır. Doğu Karadeniz Bölgesi; dağlık, arazi çok eğimli ve yağışı da boldur. Orman sınırları aşağıdan fındık ve çay tarımı ile yukarıdan da yaylacılık ile daraltılmaktadır. Yaz aylarında birçok yerde irili ufaklı yayla ve obalar kurulmakta, şenlikler düzenlenmektedir. Bu yerlerdeki insan ve hayvanlar tarafından ormanlar tahrip edilmektedir. Ormanlardan odun temin edilmekte, hayvanlar usulsüz olarak otlatılmaktadır. Orman altındaki ölü örtü toplanılmakta ve otlatılmakta dolayısıyla ormanlarda ölü örtü, yeteri kadar bulunamamaktadır. Bu şekilde ekosistemdeki besin dolaşımı bozulmakta, orman toprağı bitki besin maddesi bakımından fakirleşmekte, verim ve taşıma kapasitesi azalmaktadır. Ölü örtünün bölge açısından belki daha da önemli değeri onun hidrolojik fonksiyonlarıdır.Ölü örtü ve humus kendi ağırlığının 9 katı kadar sututabilmektedir. Bölgemizde yapılan bir araştırmada; ölü örtünün kendi ağırlığının 5 katı kadar su tutabildiği ve tahrip edilmemiş bir kayın ormanımızda ölü örtü miktarının 25 ton / hektar civarında olduğu görülmüştür. Bu hektarda 125 ton suyun sadece ölü örtü tarafından tutulabileceğini göstermektedir. Ayrıca ölü örtü; yağmur damlasının mekanik olarak toprağı dövüp dispersleştirmesine de engel olur ve adeta bir battaniye gibi toprağın yüzünü örterek onu aşınmaktan korur. Otlatma ve aşırı faydalanma ile orman topraklan ölü örtü ve humustan mahrum kalmakta, toprak sıkışmakta dolayısıyla infiltrasyon (suyun toprağa girmesi) ve su tutma kapasitesi azalıp yüzeysel akış ve erozyon artmaktadır. Bölgedeki sel ve heyelan olaylarında, orman azalması ve bozulmasının, ölü örtünün kaldırılmasının çok büyük rolü vardır. Brezilya-Amazon ormanlarında yapılan araştırmalara göre, orman ekosistemine giren yağışın 3/4’ü yüzeyden akıp gitmeden ve yeraltı suyuna karışmadan atmosfere geri dönmektedir. Bu ise, yağışın 1/4’ünün toprakta depolanması ve dere akışına dönüşmesi demektir. Sözkonusu araştırmalara göre ormanla kaplı bir bölgeden atmosfere geri yükselen su buharının miktarı, otluk-çalılık bölgeden çıkanın 2 katı, çıplak bir bölgeden çıkanın 10 katıdır. Bu bitki örtüsü kesildiği zaman yüzeysel akış olmakta, bitki besin maddeleri ve toprak sistemden çıkmakta ve böylece denge bozularak ekosistemin verim gücü ve taşıma kapasitesi azalmaktadır Trabzon ve civannda ise, 1990 yılı Haziran ayında meydana gelen sel felaketinde ormansızlaşmanın rolü çok büyüktür. Suyun toplanma bölgesi olan havzaların yukarı kesimleri açık (yayla) veya bozuk karakterde ormanla kaplıdır. Aşağı kesimler de yine aynı şekilde tahrip edilmiştir. Dolayısıyle havzaya düşen yağış, orman, ölü örtü ve sığ olan toprak tarafından yeteri kadar tutulmaksızın ve dolayısıyla engellenip dereye ulaşması geciktirilmeksizin dereye ulaşmakta ve böylece ani ve yüksek (pik) akımlar meydana getirmektedir. Bu tip ani ve yüksek akımlar ormansız havzaların karakteristiğidir. Ormanlık havzalarda, yağış tutulup dereye ulaşması geciktirilmekte, bir kısmı evapotranspirasyonla (buharlaşma ve terleme) harcanmakta, dolayısıyla derelerde suyun ani yükselmesi yerine uzun zamana yayılması durumu ortaya çıkmakta ve akış rejimi düzenli olmaktadır. Amazon ormanlarında, sisteme giren yağışın 3/4’ü ekosistem tarafından tutulup harcandığı yukarıda belirtilmişti. Bölgemizde meydana gelen afet sırasında da bu yağışın hiç olmazsa 2/4’ü ekosistem (özellikle toprak ve bitki örtüsü) tarafından sistemde tutulup harcanabilseydi, derelere ulaşan su miktarı daha az olacak ve böylece tahribat da büyük ihtimalle bu büyüklükte olmayacaktı. Çünkü, Bölgede ormanlar aşırı derecede azaltılmış ve tahrip edilmiştir. Uzaktan görülen yeşillik aldatıcıdır. Orman amenajman planlarına dayanılarak yapılan bir çalışmada Trabzon- Akçaabat ilçesindeki havzalarda 1970-1983 yılları arasındaki 13 yıllık dönemde; Söğütlüdere havzasında 3860 dekar, Kireçhane deresi havzasında 120 dekar, Kavaklı deresi havzasında 1230 dekar, Danca 960 dekar, Çatalzeytin deresi havzasında 1700 dekar olmak üzere toplam 7870 dekar orman alanı azaltılmıştır. Yine aynı 13 yıllık dönemde Doğu Karadeniz Bölgesindeki Orman Bölge Müdürlükleri orman sahalarında büyük azalmalar görülmüştür. 1970 yılında Giresun Orman Bölge Müdürlüğü Orman alanı, 442599 ha.; Trabzon 535782 ha. iken 1983 yılında bu rakamlar; Giresun’da 426774 ha., Trabzon’da 523141 ha.’a düşmüştür (2). Kaybolan bu alan, tanm ve otlak alanlanna dönüştürülmüştür. 1983- 1992 yılları arasında ve diğer havzalarda da tahribat sürmüş ve hâlâ sürmektedir. Bunlar da hesaba katılırsa tahribatın daha da korkunç boyutlarda olduğu meydana çıkmaktadır. Halbuki bölgede yağışın fazla olması, arazinin çok eğimli olması nedeniyle orman alanlannın azalması yerine bilakis arttınlması gerekmektedir. Bölgede çapa tarımına uygun arazi yok denecek kadar azdır. Kullanılan arazi sınıflama sistemine göre de tarıma uygun arazi çok azdır. Ancak, ekonomik ve sosyal zorlamalar nedeniyle tarım yapılması gerekse bile buna belirli sınırlamalar ve standartlar getirilmesi gerekmektedir.

Yanlış arazi kullanma ve orman tahripleri sonucu oluşan erozyon ve sel olayları toplumun tüm kesimlerine olduğu gibi gelecek kuşaklara da zarar vermektedir. (NOT: alıntı yazıdır)