Oğuz Köyleri Yerel Sözcükler

Bu önemli çalışmayı sunuyoruz. 6.1.2025

OĞUZ KÖYLERİ YEREL SÖZCÜKLER

ÖN YAZI

Bu yerel sözcük derleme çalışmasında adı geçen Oğuz Köyleri, Trabzon ili, Beşikdüzü ilçesinin yakın geçmişe kadar tümü birden Oğuz Köyü olarak anılan, zaman içerisinde ayrı muhtarlıklar haline gelen, günümüzün Çakırlı, Dolanlı, Oğuz (Türkelli) ve Resullü mahalleleridir.

Bin iki yüz kadar sözcükten oluşan bu çalışma, altı farklı derleme çalışmasının taranması sonucunda ortaya çıkmıştır. Söz konusu bu çalışmaların ortak amaçlarını kısaca özetlersek:

1-Kültürümüzün en önemli unsurlarından biri olan yerel konuşma ağzımızı, yerel sözcüklerimizi kayıt altına almak.

2-Yaşam koşullarının ve hızlı kentleşmenin, kırsal yaşam alanlarını boşaltarak dayattığı sosyokültürel değişimler sonucunda, yerel sözcüklerimizi zaman içinde unutulmaktan kurtarmak.

3-Yerel ağızlar alanında akademik çalışmalar yapan veya yapacak olan insanların önüne derli, toplu yazılı bir kaynak koymak.

Sözünü ettiğimiz çalışmalar taranırken, çoğunda oldukça fazla sayıda var olan ancak yerellik özelliği taşımayan sözcükler elenmiş, olabildiğince yerel sözcüklerden oluşan bir derleme oluşturulmaya çalışılmıştır.

Tük Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlük esas alınarak:

*Bir sözcük, TDK Güncel Sözlükte ve derlememizde var ancak, aynı anlamda ise yerel sözcük olarak değerlendirilmemiştir.

*Güncel sözlükte ve derlememizde var fakat farklı anlamlarda kullanılmış ise, derlemedeki anlamıyla yerel sözcük olarak değerlendirilmiştir.

*Güncel sözlük ve derlememizdeki sözcük, aynı anlamda fakat aralarında küçük ses farklılıkları (ses değişimi, ses düşmesi, ses eklenmesi gibi) varsa o sözcük yerel sözcük olarak kabul edilmemiştir.

*Güncel sözlük ve derlememizdeki sözcük aynı anlamda ancak, aralarında fazla sayıda ses farklılıkları olmakla birlikte birbirlerini çağrıştıracak benzerlikleri olsa da yerel sözcük olarak kabul edilmiştir.

Yine de tüm bu yapılanların oldukça kaba bir sınıflandırma olduğu çok açıktır. Hiç kuşku yok ki, sözcüklerin yerel olup olmadıklarının kararını dilbilim uzmanları vermelidirler. Sayıları çok da fazla olmayan bazı sözcüklerin yerel olma olasılıklarının ağırlıklarına göre bir karara varmak zorunluydu. Böyle bir seçme, ayıklama çalışmasında bazı noktalarda tıkanmalar ve zorluklarla karşılaşılması kaçınılmazdı. Yerel ile genel arasındaki çizginin belirginliği zaman zaman kayboldu. Bu bakımdan, elinizdeki bu çalışmanın içinde hala yerel olup olmadığı tartışılabilecek sözcükler bulunabileceği gibi, bu çalışma içine alınmamış bazı sözcüklerin de benzer şekilde tartışmaya açık olduğunu kabul ediyoruz.

Böyle bir bakış açısıyla, yerel ağız ve sözcük çalışmamızı daha da geliştirmek, hata ve eksiklikleri olabildiğince azaltmak için insanlarımızın devam edecek katkıları, eleştiri ve önerileri son derece değerlidir.

Yazımda kullanılan özel işaretler ve kullanım amaçları aşağıdaki gibidir.

1-Türk-Türkmen topluluklarının hemen tamamında genizden okunan “n” harfi : (η)

2-Yumuşatma işareti : (^)

……………………………………………………..

A

abaldiik : beceriksiz

abazıpka : yün ya da kıldan dokunmuş yelek-pantolon erkek takımı

abrul (arbul) ayı : nisan

aca (acabula) : acaba

acı buğu : yemek, pişip ocaktan indirildiğinde yayılan çok sıcak buhar

acımuk : delice otu (lolium temulentum)

açgu : yufka

açkime (aşkime) : meğer ( bir olayın sebebini anladıktan sonraki onay sözü)

aç taasıl : açlıktan bitkin düşmüş halde

adıklamak : zıplayarak koşmak

afgurmak : 1- köpek havlaması 2- sinirlenip bağırıp çağırmak

afun tafun olmak : aniden çok şiddetli hastalanıp, yatağa düşmek

afur : ahır

afur gapaa : eski köy evlerinde, ev içinden ahıra inmeyi sağlayan kapak

aga : ağabey

ağaltu : süt ürünleri

ağsirke (aksirke) : bir tür beyaz üzüm

ağsus : ağustos ayı

ahrında : sonunda, sonuçta

akınmak : kaymak

akunduruk (akınduruk) : çam ağacının reçinesi

akuru : yanlamasına, yatay

ala çorap : desenli, el örgüsü çorap

alaf : hayvan yiyeceği olan bitki yaprakları

alemit : kendir dokumada ip sarmaya yarayan dönen alet

alamuk : bulutlar arasından güneşin çıkması ve biraz yakıcı olması durumu

alaşağı : horanda elleri aşağı indirerek gerçekleştirilen bir figür

alemeşkere (aşkere) : aleni, açıkça

alasefiye : gelişi güzel

aldagitmek (aldıgitmek) : beraberinde götürmek

ali pisiği : kelebek larvası, tırtıl

alt, üst parası : cenazenin defin işlemleri için yapılan masraflar

anca : biraz önce

ancacuk (ancacucak) : çok az önce

andır : 1- ölüden kalan giysi 2- sahipsiz

andır kalsın : varsın olmasın, bizden uzak olsun

annak : 1-açık alan, görünür yer 2-orman içerisindeki ağaçsız boş alan

annaklamak : bir yeri birilerini arıyormuş gibi izlemek

anuk : nane

araa (uraa) : ikinci tekil kişiye hitap sözü

araz : sel, salgın hastalık gibi felaketler

arbaş : iri yarı, biçimsiz, yüzünde çiçek hastalığı izi olan

aarı : -den (-dan) giderek şeklinde yönü bildiren söz

argaç : dırmaç veya dastar dokurken araya atılan ip

argış : yükü yarı yola kadar taşıdıktan sonra bırakılıp, yeni yüke gitmek veya mola vermek

arug (aruk) : 1- olgunlaşmamış, gelişimini tamamlamamış 2- zayıf

aruz : Dolanlı ve Çakırlı köylerinin eski adı

aasar : Ağasar adının yöredeki söylenişi

aasar kirazı : Şalpazarı kökenli olduğu düşünülen kiraz türü

aşaa: köyün dışındaki uzak yerler, gurbet

aaşak (ağırşak) : yünden ip yapılırken, ecek denen çubuğun alt ucuna takılan kesik koni şeklinde ortası delikli ağırlık

aşamcak (aşamcası) : akşam olunca, akşamleyin

aşer : hamur tatlılarına dökülen şerbet

aşgana (aşana) : mutfak

aşgar : yüzünde beni olan

aşlamak : 1-yemeğe veya çaya sonradan su eklemek 2- meyve ağacına aşı yapmak

aşuklamak : dalların yenilenmesi için yapılan derin budama

atişlik : mutfakta ateşin yandığı yer

at osurağı (osuruğu) : yenmeyen, tam olgunları elle sıkıldığında kahverengi bir toz üfleyen bir tür mantar

atlak : derelerde suya girmeden karşıya geçmeyi kolaylaştıran taşlı bölgeler

atlama taşı : dere, ark veya çamurlu bölgelerden geçmek için üstüne basılan taşlar

atma çember : başörtüsünün üstüne atılan çember

atma türkü : karşılıklı, doğaçlama söylenen türkü

avlancaak : çocuk uyutmak için yapılan eğreti salıncak

avlanmak : zehirlenmek

avu : 1- orman gülü, komar bitkisi (rhododendron ponticum) 2- zehir

avuz : ineğin doğum sonrası ilk sütünden yapılan yoğurt

ayak çavlunu (ayakçağu) : abdest almak, el, ayak yıkamak için kullanılan yüksek kenarlı bakır kap

ayaklamak : fındık harmanını ayakla karıştırıp, aktarmak

ayama : lakap, takma ad

ayıtlama : seçme, ayıklama

B

baa : bana

baça : bahçe

baça götü : bahçenin alt tarafı

bad (bat) : bahçe etrafını saran ahşap koruma

badiç : kendir tezgahının fren ve gaz tertibatı

badducan inciri : rengi patlıcanı andıran bir incir türü

bağlak : taştan tarla duvarı

baar : bağır, böğür, karın boşluğu

barabelli : barabellum tabanca

bardabaş : çok gürültü yapan, bağırarak konuşan

bal armudu : meyveleri tatlı bir tür armut

ballime (baylime) : bari, hiç olmazsa

bartın (parten ) otu : paşek, köpek lahanası, yer fesleğeni (mecurialis annu)

basuk : 1- çocuğu olmayan 2- kısa boylu

baş darı : kabuğu soyulmuş mısır koçanı

batum üzümü : kokulu üzüm (isabella)

bayak (bayakları) : az önce

baymak : 1- eğmek 2- bir şeyi, insanların sabır sınırlarını zorlayacak kadar tekrarlamak, uzatmak

baynımak : 1- büyümek, gelişmek2- mutluluğa ulaşmak, arzularına kavuşmak

bedaat : beddua

bek : sert, sağlam

bekitmek : 1- sert bir şekilde vurmak 2- bir çeşit küfür

bel bağı : bele bağlanan küçük, süslü dırmaç

bel demürü : ayakla bastırarak, yassı ve sivri iki ucu batırıldıktan sonra toprağı alt-üst etmek

için kullanılan tarım aracı

beli bıçkını kırılmak : çok yorulup güçsüz, takatsiz kalmak

bellemek : toprağı bir araçla altüst etmek

beer : bir yer

berdiçakal (bardiçakal) : çok vahşi çakal

beri geçe : akarsu veya vadinin bu tarafı

beriηlemek : uykudan korkuyla uyanmak

beyhüzar etmek : birini bunaltmak, huzursuz etmek, canını sıkmak

bız (bıza) : sığır yavrusu (buzağı)

bızdık (bızık) : zıplama, koşma

bızdık atmak : sevinç ve neşeyle zıplamak

bi dorama: çok az, çok küçük

bile : beraber, birlikte

bilecan : falcı, kayıp bilici

bilecük : beraberce

biledi : toptan

bileki (pileki) : ekmek pişirilen kap, taş

bilevi : kesici aletlerin çeşitli yöntemlerle keskin hale getirilmesi

birem birem (biremcük biremcük) : tane tane

birii (biribi) gene : iyice, tam olarak

bişi : açkı, yufka

bişii : bir şey

bişürüm : pişirmelik

bok gargası : siyah renkli bir tür karga

boku püsürü : bir şeyin görünür, görünmez bütün özellikleri, ıcığı cıcığı

bullâr : buralar

bosama : dişi hayvanın, çiftleşme zamanının geldiğini bazı davranışlar ve değişikliklerle göstermesi

bostan : salatalık, hıyar

bozurma : bir çeşit üzüm

böcük : böcek

böğülce : alaca fasulye

bökelemek : büyükbaş hayvanların huysuzlanıp sağa, sola koşuşmaları

bölece : bu şekilde

bömbermek : 1- çıkıntı yapmak, şişirmek 2- kıçını arkaya çıkararak yatmak

böön : bugün

bucaklık : evde mutfak eşyalarının bulunduğu yer

buğuz : 1-eziyet, zulüm 2- sihir, cinci hocaların yazı yazarak büyü yapması

buyul : bir defa

bürük : 1- örtü 2- sarmaşık

bürüklü : 1- örtünmüş 2- sarmaşıkla sarılmış 3- Ortodoks Hristiyanlar (siyah örtülerine ve giyindikleri siyah kıyafetlere gönderme)

bürüncek : ince beyaz başörtüsü

büzmeldek : melevcen (menevcan) dikeninin meyvesi

C

cabıcaη içinde : çok çabuk bir şekilde

cakıramak : gürültü çıkarmak

camadan : yöresel, el dokuma sırt çantası

cam ışığı : şişeli gaz lambası

campil : ampul

cana : yengeç

caanak (cağanak) : sağanak yağmur

cangaza : geçimsiz, kavgacı

cank ettürmek : aniden, sert bir şekilde vurmak

cara : alemitin ( bir keten işleme aleti) iplerinin sarıldığı parça.

caplama : bahçelerin etrafını çevirmek için kullanılan uzun ahşap lata

cavcur : şarjör

caydak : 1- yalınayak 2- çıplak

cazı (cazu) : yörede varlığına inanılan cadı karakteri

cenik : sahil, denize yakın bölgeler

cereme : 1- eziyet 2- sıkıntı 3- bedel

cerlemek : sertçe çıkışmak.

cerge atmak : fındığın içindeki yabancı cisimleri temizlemek için ahşap kürekle rüzgara karşı savurmak

ceviz ayı : eylül

cıbıl : bitkinin dibindeki küçük filizler

cıdık : balık ve kuş kapanı

cıftır : küçük, hareketli

cık : 1- hayır, olmaz 2-ısıtılarak eritilen hayvansal yağların arta kalan kısmı

cıkıruk : 1- yürüme çağı gelen çocukların ayakta durmasına yarayan ahşaptan yapılmış alet

2- ip yapılırken çileyi saran alet

cılıbız zamanı : bilinmeyen bir geçmiş zaman

cımbış : gülünç durum, komiklik

cımbışlı : komik

cındar : küçük odun, taş ya da metal parçası, kürdan

cırank ettürmek : yüksek ses çıkaracak şekilde sertçe vurmak

cırap cırap vurmak : tekrar tekrar şamarlamak, çamaşır dövmek

cırmak : etçil hayvanların tırnakları, (pençe, tırnak)

cıscıbıl : parasız, fakir

cıvırtmak : ishal olmak

cızan : oyun bozan, oyunda yan çizen, mızıkçı

cicik armudu : görünüşü memeye benzetilen bir armut türü

cilim çamuru : kil oranı yüksek, işlenebilir, çeşitli renklerde yapışkan çamur

cılliik : ardıç kuşu, sığırcık (turdus philomelor)

cimcik (cimcük) : çimdik

cimuk (çimuk): çok az

cingan : çingene

cinibiz : 1-kurnaz 2- keskin zekalı

cirbe : suyu çıkarılan meyvenin posası

civek üzümü : küçük taneli, ince kabuklu, sıkı salkımlı, sulu siyah üzüm

civil : küçük , ince, zayıf

civil hızan : küçük çocuklar

coharlamak : 1- sıcaktan bunalmak 2- zehirlenmek

comaatlık : arabuluculuk

cörtne : ufak tefek

Ç

çabbin (cıbban) : alkış

çadar : kurutulmak üzere bağlanıp asılmış mısır koçanları

çağlaan (çavlaan) : çağlayan

çağman ağaç : yaprakları çınara benzeyen “çağum” olarak ta bilinen bir ağaç türü

çakal bükmesi : çakalın peşine düşen köpeği kandırmak için, suya girerek izini ve kokusunu kaybettirmesi (yörede buna benzetilerek sohbet sırasında, konuşulanlardan rahatsız olan birinin sohbet konusunu unutturmak amacıyla asıl konudan uzaklaşıp, uzun uzun başka şeyler anlattıktan sonra kalkıp gitmesine denir)

çakal düğünü : bir tarafta güneş varken, diğer tarafta yağmur yağması

çakallamak : kandırmak, aldatmak (yörede çakallıyu beni denir)

çakal sürkü : genellikle ağaçlıklı yerlerden alınan bir tür kaşıntılı deri alerjisi

çakıldak : 1- çakıl taşı 2- çiçeklik döneminden sonraki ham meyveler
çakal pırasası : frenk soğanı, yaprak soğanı gibi adları olan yenilebilir bitki (allium schoenoprasum)

çaldavur : asma dallarını toparlamak için kullanılan çok dallı destek kazığı

çalı çileği : yaban mersini (vaccinium myrtillus)

çalık vurmak : iklim koşulları nedeniyle meyvelerin olgunlaşmadan dökülmesi

çalış : iş bitiren, çalışkan

çalpara : kulplu küçük bakır tencere

çalpmak : bazı yiyecek maddesi karışımlarını büyükçe bir ahşap kaşıkla istenilen kıvama gelinceye kadar hızlı hareketlerle karıştırmak, çırpmak

çaluk : asıl renginde olmayan

çaluk kiraz : rengi sarı-kırmızıya çalan kiraz

çam otu : at kuyruğu, katır kuyruğu, kırkkilit otu, zemberek otu (equisetum arvense)

çangal : ot yığılan kalın uzun sırık

çapar : kuşağın üzerine boydan boya dikilerek uçlarına püskül bağlanan el örgüsü süs

çara : çiftleşme zamanı gelen ineğin çıkardığı akıntı

çardak : çatı arası

çardavul : kesilmiş, budanmış ot kurutma ağacı

çarpı : fasulye sırığı

çarpı tığlamak : çarpının bir tarafını sivriltmek

çatal ev : aileye sonradan katılan kuma kadın ve çocuklarının kaldığı ev

çatan : mısırın koçanlarının kurutulmak üzere üst üste ipe konulup asılması

çat arası : iki bacağın birleştiği bölge, apış arası

çatma : evin odaları arasındaki ahşap bölmeler

çatmabaşı : tavanı olmayan eski köy, yayla evlerinde taş duvarın üstündeki alan

çavgun : 1- sert rüzgarla birlikte yağan yağmur 2- şimşek

çavmak : ışığın aynadan veya sudan yansıması

çavşur : şalvar

çavun : ayak izi

çaykara : 1-bir su gözü önündeki içme suyu alınabilen birikinti alanı 2- dere (çay) kenarındaki su kaynağı

çaynık : demlik, çaydanlık

çaytak : ayağı aksayan, topal

çay tıpızı : çay bitkisinin ağacı, gaful

çeç : ayıklanmış tane fındık veya taneli sebze

çekmek : kız kaçırmak

çekmen : keçeden yapılmış, başı gaylıklı (kapüşonlu) çoban giyeceği

çelertmek : gözleri kocaman açmak

çelik : çelik oyunundaki kısa boylu çubuk

çeltük : 1- olmamış 2- çelimsiz, şekilsiz, bozuk

çencik : kapının arkadan kapatılmasını sağlayan metal parça

çentii (çentiyi) : yün veya orlondan dokunmuş yerel çanta çeperlemek : çapaklamak

çet ağacı : sulak yerlerde yetişen bi tür çalılık (çubuklarıyla buğday harmanı dövülür)

çıbarca : eğreltiotu (pterdinum aquilinum)

çıftır : ufak tefek

çığniim : çiğnemelik

çıngıl (cıngıl): 1- salkım 2- elbise üzerinde sallanan ve ses çıkaran parçalar 3- püskül gibi asılı duran 4- küçük çan 5- ince ağaç dalı

çıngırak elması : sallandığında hareket eden çekirdekleri ses çıkaran bir elma türü

çıpgan : bir tür giysi

çıpır : 1-alaca, çok renkli 2- çil, güneş lekesi

çıpırdak : parlak renkli

çırakman : 1- üstüne gaz lambası yerleştirmek için tahtadan yapılmış lamba ayağı 2- odunun kuruması için kule gibi dikey olarak dizilmesi

çırpı : bir çizgi üzerinde olma, hiza

çırpına geçmek : hizasına gelmek

çıtıruk : karaağaçgillerden, küçük yapraklı, gövde kabuklarında derin yarıklar bulunan bir tür ağaç (ulmus minor pendula)

çıttak (çıtlak) : ateşten fırlayan küçük parçalar

çıtlak(çıttak) böcüğü : ateş böceği

çiçek demeni : bir çocuk eğlencesidir (çamurdan yapılan küçük bir havuzun tabanına açılan küçük delikten dönerek akan suya bir papatya çiçeği bırakılır, havuza su akışı devam ettiği sürece papatya delikten akan suyla birlikte döner)

çifte goşama : birleştirilen iki avucun dolusu

çilik : kadın cinsel organı

çillenmek : tohumların çimlenmesi

çinke : sığırın sırt eti, antrikot

çit : 1- göğüs kafesi kemikleri. 2- bahçe etrafındaki çubuktan örülmüş koruma

çit tamı : çubuklardan örülerek yapılan kulübe

çivit : çekirdek

çoo : köz, ateş

çokluk haftası : otçu şenliklerinin yapıldığı hafta ve gün

çokmak : 1- bir araya gelmek, birikmek 2- hep birlikte üstüne çullanmak

çolpaz : beceriksiz, elinden iş gelmeyen

çorlanmak : 1- hastalanmak2- zaman içinde bakımsızlıktan harabe haline gelmek

çort : bakımsız yer, dikenlik, makilik alan

çort guşu : göğsü kızıl küçük bir kuş, kızıl gerdan

çoruk : çelimsiz

çöğür : mısırın toprakta kalan kurumuş sapı

çöğülce (çökülce, sütlücen) : sakarca bitkisi (ornithogalum umbelattum)

çökelik : yağsız ayranın kaynatılarak kesilmesiyle oluşan beyaz tortuyu, suyundan ayırıp, bez torbalara doldurduktan sonra, iyice kurutulduğunda oluşan yağsız yiyecek maddesi

çölak (çölük) : odun kırıntısı, küçük ağaç parçası ya da kökü

çölleme : başkasının bahçesinden meyve çalmak, araklamak

çömen : 1- kurumaya bırakılmış mısır sapları. 2- bir araya toplanan kişiler

çöpür : 1-ısıtılan veya kaynatılan sıvı üzerinde biriken küçük katı parçacıklar 2 – keçi kılı

çöpür ipi : keçi kılından yapılmış ip

çörtük : yabani armut ağacı (pyrus pyraster)

çöten : içinde mısır saklanan silindir şeklinde orman gülü çubuğundan yapılmış yapı

çöten (çöt) hararı : fındık çubuklarından yapılmış, büyük kuru yaprak (gazel) taşıma sepeti

çötüre : fındık çubuğu veya sarmaşıktan yapılan bele bağlanan küçük sepet

çöve durmak : çocuğun yeni yeni ayakta durması

çubuk hararı : hayvan altına serilen gazel denen ağaç yapraklarını taşımakta kullanılan çubuktan yapılan büyük sepet, çöten hararı

D

dadduk : tadı çok iyi

dağan : dırmaç veya dastar dokurken kullanılan üç ayaklı çubuk yapı

daha : işte, orada

dahacuk : işte şuracıkta

daldalık : yağmur ya da güneşten korunmak için sığınılan yer, gölgelik

daldaşak : belden altı çıplak

dalgıruk : uzun boylu

dallamak : çalmak, aşırmak

dalmak : bir bayanı taciz etmek

damat fındığı : ince kabuklu bir çeşit fındık

dan : kabuğu soyulmamış mısır koçanı

darı ayı : ekim

dastar : kilim veya battaniye gibi kullanılan yöresel dokuma

davun : veba

dayançı (dayanma) : payanda

dayımuu: dayımın oğlu

debertmek : karıştırmak, karmakarışık etmek, istenmeyen işler yapmak

debezemek : dar alanda sürekli hareket etmek

dede yetimi : dedesi hayatta iken babasını kaybeden çocuk

delicek : çok küçü delik

delimsek : yarım akıllı, safça

demen : değirmen

demenin kündü : değirmen çarklarının bulunduğu kapalı ahşap bölme

demir elması : bir tür sert elma

dene : tane

deηme (teηme) deynek : bir değnek ve çelik denilen kısa ince çubukla oynanan bir

çocuk oyunu

dereceli : üstten mekanizmalı ve bölmeli nişangahı olan, 9 mm kalibreli, en uzun namlulu Alman yapımı tabanca

dereçatı : iki derenin birleştiği yer

deretabanı : yumruları yenen bir bitki

derimli yapmak : başörtüsünü katlayarak üçgen yapmak

deşmek : 1- karnı büyük 2- sivri bir cisimle delmek

deyda (dida) (deydaha) : işte orada

deyin : sincap

deze : teyze

dezemuu : teyzemin oğlu

dıbır : makat, anüs

dıgıl : fasülye tanesi

dıkmak : emici bir nesneyi sıvı içine batırmak

dıldıbıç : çelimsiz, gereksiz, işe yaramaz

dımbıl : kısa boylu, şişman kişi

dımdırız : 1- iyice şişmiş, şişmanlamış 2- çaresiz, tek başına

dıpdızlak : her şeyi meydanda, çırılçıplak

dıras dıras gezmek : işsiz, güçsüz gezmek

dırmaç : yük taşımakta kullanılan ipten dokunmuş uzun kemer

di : diye

dible : karalahana ve mısır yarmasıyla yapılan bir tür pilav (bazı yerlerde fasulye ve pirinçle de yapılır)

diddili : sürtük

dilmit (tirmit) : fındık mantarı

dimsük : patavatsız, sorumsuz

dinelmek : ayakta durmak

diremit : dinamit

ditmük : sürekli parmağı ile burnunu karıştıran

divil divil : hiç yerinde durmayan

dizme : tahtadan yapılmış oda duvarı

dizin : ipe dizilmiş, sıralı (fasulye, mısır, balık v.b)

dizlik : diz altına kadar inen, paçası lastikli kadın donu

doh : bir sese dikkat çekme uyarısı

dombak : 1- yuvarlak ve irice 2- kestane

domuz aşağı : yumrulu bir bitki olan siklamen (cyclamen coum)

donanma : bir grup insanın türküler, naralar ve silah sesleri arasında yaptıkları kutlama, şenlik

dongurca : yabani bal arısı

dongiriik : hayvanların boynuna asılan yuvarlak bir zil

doran : 1- tepe, en üst yer, uç 2- mısırın püskülü

doranbaca : tenekeden yapılmış ev bacalarında, tepedeki tenekeden püskül biçimindeki süs, baca tepesi

doruk : ladin (picea orientalis)

doziriik : delinmiş ceviz veya fındıkla yapılan bir oyuncak

dömbek : iri yuvarlak

dömen arabası : tahtadan yapılan araba

dönderme tavası : kızartma tavası

döşeme : mısır yarması (bulgur, pirinç) ile birlikte karalahanadan yapılan yöresel yemek

döşeme yol : kara taş döşenmiş yol

döşenmek : sopa veya sırıkla bir yere olanca kuvvetiyle vurmak

döşmek : karnı şişkin

döşürmek : toplamak, hasat etmek

dulanmak : aşırı sevdiğini belli etmek, öpme isteği

dundar : üstü kapalı yer

düdek : yenmeyen ham meyve

düdüklük : kaval yapımında kullanılan mücver ağacı

düğüncülük etmek : çöpçatanlık yapmak, delikanlılara kız beğenmek

E

ebelik otu : develik otu, labada adıyla bilinen hayvanların severek yediği bir ot (rumex obtusifolius)

ebem elması : alıç ağacı, adi alıç (crataegus mongyna)

ebeşür : 1- kil kesmek için kullanılan, telden yapılmış ahşap saplı alet 2- uzun zayıf kişi

eecek : yünden ip eğirmek için kullanılan çubuk

ecünnü : cin

eğin : elbise

eğmelik : fidanlık

eğri sıpçuk armudu : adını eğri sapından alan bir tür armut

ehnez : zayıf , çelimsiz

ekmekli : cömert, eli açık

eldez : dibekte mısır dövme aracı

elev (elavu) etmek : göremediği bir şeyi el yordamı ile bulmaya çalışmak

elevi : Görele’nin yöredeki adı

elik keçi : yabani keçi, dağ keçisi

el kakmak : mıras oynarken, avantaj sağlamak için eli daha ileriye götürmek

elmek : elin iç kısmının alabileceği miktar, bir tutam

emeliğime (emeliğimce) : amma ve lakin

emice : amca

emicemuu : amcamın oğlu

emiş etmek : meyve ve sebze yeni çıktığında ilk kez tadına bakmak

emürük semürük : dostların birbirine ya da annelerin çocuklarına yönelttiği iltifat sözü

enesi : Eynesil adının yöredeki şöylenişi

eηlenmek : kollarını giymeden, palto veya ceketi omuza atmak

er : erken

erbimek : erimek (tuzu az olan turşuda eriyen sebze için kullanılır)

erikmek : şımarmak, azmak

esirük : anlamsız, saçma, tutarsız

esirüklü : delimsi, yarım akıllı

eeşün : sac üzerindeki ekmek veya çöreği çevirmek, ocaktan kül almak için kullanılan demirden yapılmış araç

evecüklemek : acele etmek

evedi : tez, çabuk

evleek (evelek) : yaylalarda yetişen bir çeşit mantar

evetlemek : acele etmek, aceleci davranmak

evza : kibrit

eyha : kolay işlenen, zamanla sertleşen bir tür taş

eylenmek : durmak, durup dinlenmek

eymek : acele etmemek, işi savsaklamak

ezeltere : mesire otu, anason (pimpinella anisum)

F

fağrap : ucu ateşli odun parçası

fakır fakır kaynamak : sesler çıkararak, hızlı bir şekilde kaynamak

farfara : cam şişeden yapılan fitilli bir çeşit gaz lambası

farimek : yavaşlamak, şiddetini kaybetmek

fasıradak delmek : çabucak, kolayca delmek

faşır-fuşur : karışık ses, parazit

faşıradak (foşuradak) : (dökmek, dökülmek)çok çabuk dökmek, dökülmek

faşırt dii çıkmak : birden ortaya çıkmak

faşırtı : ses bozukluğu, parazit

ferik elması : meyveleri küçük bir tür elma

feşel : aşırı yaramaz, hareketli, hiperaktif çocuk

fıdık : fiske

gurtarmak : fındık ya da çay toplama toplama işini tamamlamak

fıldıriik : 1- fırıldak 2- döndürülen

fıraklı : çubuktan örülerek yapılan bahçe çevirme çiti

fırfil (pırpil) : elbise kenarlarına ve beline dikilen büzgülü şerit

fırıldiik : çam fidanının tepesinden kesilen ahşap karıştırıcı (ilkel mikser)

fırın darısı : fırında kurutulan mısır tanesi ve ondan yapılan un

fırın gurusu : fırında kurutulmuş

fışırgun : kuvvetli rüzgarla yağan yağmurun sağa, sola saçılması

fışırtmak : fırlatmak, uzağa atmak

fidillik : bahçede fidil denilen genç bitkilerin bulunduğu yer

finarı : 1- çok uzaklar 2- cehennem

finnuri lambası : teneke kutudan yapılmış gaz lambası

firek (firenk) göyneği : gömlek

firengi : evin köşe direğini tutan eğik tahta

fodul : içi boş

fol :yörede Vakfıkebir’in eski adı

follama : fındığı gavsuğundan ayırma işlemi

foltak : bol, gevşek

foruk : delik ve içi boş

fosuldak : suyu çekilmiş, kuru

fösük : dişsiz, dişleri sökülmüş

fösüredek (fosuradak) enmek : top, balon vb. patladığında şişkinliğin hızla sönmesi

furma : hurma

G

gabalama : göz kararı, aşağı yukarı

gaçmak : ateşin, alevin sönmesi

gadanis : karmaşıklık, tutulma

gafa dişi : azı dişi

gagak : gaga

gagırtdak : kupkuru

gagit : kuru, dölsüz

gahramak : 1- bir kimseyi azarlamak, paylamak 2- başkasının meyve, sebzesini çalmak, dallamak

galandar (galender) : ocak ayı

galdiriik : sapından yemek yapılan geniş yapraklı bir bitki, tomara

galemlik : baca

galeze etmek : çıngar çıkarmak

gamgama : tartışıp, çekişmek

gamit : kuru, kupkuru

gamsalak : aklı havada, çevresinde olan bitenden habersiz

gamsile : yağmurluk

gandak : eğreti dikiş, tutturma, ekleme

gandaz : kekeme

gangırtma (ganırtma) : bir yöne bastırarak zorlama

gapçuk : üst kabuk, yara kabuğu

gapçuklu sülük : salyangoz, sümüklü böcek

gapım : ısırmalık, lokma

gapıya çıkmak : 1- tuvalete (helaya) gitmek 2- evin dışına çıkmak

gapmak : ısırmak, diş geçirmek

gapsun (gapson) : kapsül, mermi kapsülü

garaalaca : siyah-beyaz alacalı sığır ya da kedi, köpek

garabazar : yaklaşık olarak, göz kararı

garabit : gariplik, garabet

gara kiraz : meyveleri çok koyu renkli bir tür kiraz

garaltu : karanlıktaki görüntü

garaltu çökmek : kabus görmek

garamuk : içi çürük fındık

garapçin : esmer tenli, koyu tenli

garasirke : siyah renkli bir tür üzüm

garavut : siyah-lacivert arası

garcaşmak : ortamın karışması – her şeyin, herkesin birbirine girmesi

garigen : gürgen, kayın (betulaceae carpinus)

garpuz armudu : meyveleri iri ve çok sulu bir armut türü

garsaldak : dağınık öteye beriye saçılmış eşyalar

gara dıman : çok koyu sis

gara dıvar : taş duvar

garagış ayı : aralık

garavu : fındık ve ağaç dallarını eğmek için kullanılan, uç tarafı budaklı uzun dal parçası.

gargalak : deniz dalgalarının kıyıya çıkardığı odunlar

garmak : kapalı avuç içi kadar

garmaklamak : avuçlayıp almak

gartopu : patates

gasıt yere : sebepsizce, boşu boşuna

gasta (gasla) : yok yere, yalandan

gaşu geçe : akarsu veya vadinin diğer taraf

gaşuğu çardağa (dama) çıkmak : yeni bir kardeşin dünyaya gelmesiyle, en küçük çocuğun ev içinde arka plana düşmesi

gavara : 1- boş, gereksiz 2- yellenme, osuruk

gavsuk : fındık meyvesinin en dış örtüsü

gavşarmak : toprağı ya da harmanı bir araçla gevşetmek, havalandırmak

gavuç : 1- ön alt bölgede testislerdeki fıtık 2- iğdiş edilmiş

gavuk: derinin yanma veya bir zorlama sonucu su toplaması

gaybana : 1- işe yaramaz, hayrı olmayan 2- kokmuş, pis, kötü, biçimsiz

gayda : müzik, melodi

gayış : pantolon kemeri

gaylık : başı yağmurdan korumak için giyilen başlı

geb : deriden kesilen ince şerit

gebiç : değirmencinin un yapımından aldığı pay

gebiççi : değirmenci

gecin : sarmaşık

gecün : fasülyenin kuru kabuğu

geçe : taraf, yan

geçek : bahçeye, avluya girilen yer

geçin : fasulye zamanı

gegek : kanca, değneğin kıvrık ucu

gelek : yaprak

geη: arka, geri

geηden : geriden

gendime : kalınca öğütülmüş mısır, mısır kırması

gene : 1- yine 2- gibi

gerce : bir çeşit sarmaşık

gevelcen : ateş karşısında baldırların kızarması

geveze : ineğin boynuna asılan büyük boy çan

gevremek : ısının etkisiyle mayışmak, gevşemek

gıı : kıız

gıcıriik (gıcıriyik) : T şeklinde düzeneği olan üzerine iki kişinin binerek döndürüldüğü

yöresel oyun aleti

gıcuvaz : kızcağız

gıdık : fındık çubuğundan yapılmış fındık toplama amacı ile kullanılan bele takılan sepet

gıl çulu : keçi kılından dokunan örtü aracı

gılavu : keskinlik, kesici aletlerin en keskin hali

gıldıgıbıç : bölük, pörçük her şeyin iç içe olması, gereksiz eşyalar

gıli çaarmak : hayvanın, bir diğerini dövüşe zorlamak için yaptığı tehdit hareketleri

gındıra : yepyeni, taptaze, pırıl pırıl

gınzınmak : bir işi yapmamak için bahaneler üretmek, bu durumdaki vücut dili

gıpraşmak : harekete geçmek

gıran : tepe, sırt, tepe üstü

gırba : tek kulplu, memeli küçük testi

gırdalamak : yerinden oynatmak

gırdanma : sabit halden harekete geçme

gırmak : kedinin çiftleşme zamanının gelmesi

gısa (kısa) : üstten mekanizmalı, kısa namlulu, 9 mm kalibre, Alman yapımı tabanca

gısmak : iki parmak arasına sıkıştırmak, kıstırmak

gısmısı : kesimi, topluluğu (gız gısmısı, memur gısmısı gibi)

gısmuk : çimdik

gısuk : dar yer, daralan yer

gıvrak : eli çabuk, iş bitiren

gıvratmak : 1- bir başkasını zor duruma sokmaya çalışmak 2- ipleri bir araya getirip büküp sararak urgan yapmak 3- çalgıyla türkü çalmak ( gayda gıvratmak). 4- türkü söylemek (türkü gıvratmak)

gıyılı : bakır tepsi

gıymık (gıynak) : odun kırıntısı

gicişme : kaşıntı

girebi : küçük bitki ve dalları kesmek için kullanılan ucu çıkıntılı küçük balta

girinti (kerenti) : ince dal ve dikenleri kesmekte kullanılan orağa benzer el aleti

gobil : boyu kısa, küçük

gogil : saç örgüsü, enseye toplanan saç topuzu

gobuzlanmak : kendini övmek

goçum (goçucuum) : koçum, aslanım

godeş : mısır koçanı

godisbana : şişman kadın

golarmak : dövmeye niyetlenmek, elini vuracakmış gibi kaldırmak

gomit : bir tür tatlı su balığı

gonuşuk : söz, konuşma

goηuz : tam dolmamış, tam kapanmamış

gopça : düğme

gor : atların boynuna asılan, bir büyük çan ve küçük çanlardan oluşan çan takımı

goruk : 1-meyveleri çalınmasını engellemek için ağaçlara takılan tel veya diken 2- henüz olgunlaşmamış üzüm salkımı

gopmacak : koşarak, çok hızlı bir şekilde

gosnak : çemberi katlayıp, alından ve başın arkasından dolanacak şekilde sıkarak yapılan kadın baş bağlama şekli

goşama : avuç dolusu

goşmak : ateşe odun koymak

got : beş kilo civarında ürün alan, tahtadan yapılmış, silindirik yöresel bir ölçü kabı

got başlı : büyük kafalı, salakça

gotmak : tıknaz ve kalın yapılı

govaldama (guvaldana) : kara lastiği ya da çarığı çorapsız giymek

goyvermek : 1bırakmak, serbest bırakmak 2- altına kaçırmak

gozak : ham, olgunlaşmamış

gödek : kısa boylu şişman kişi

göğ : 1- yeşil. 2- olgunlaşmamış

ğöğermek : morarmak

ğöğle (gööle) : haşlanmış mısır

göğülce : ateş, boğaz ağrısı ve öksürükle seyreden enfeksiyon, boğmaca

göğnük : yanık, ateşli kül

göğüslük : yöresel işlemeli kadın yeleği

gölmeç : su birikmiş, çamurlu yer

göncük : dolap, sandık veya cüzdan gibi eşyaların bölmeleri (bir bütünün küçük bölümleri)

göönümek (göynümek) : elma, armut, ayva gibi meyvelerin iyice olgunlaşarak etli kısımlarının kahverengileşip yumuşaması

göreslemek : özlemek, göresi gelmek

göt cebi : pantolonun arka cebi

götün götün gitmek : geriye doğru hareket etmek

gözçek : gözlük

gözü dakmak : otururken gözleri kapanıp kısa bir süre uyuklamak

gubur (gübür) : çöp

guburluk (gübürlük) : 1- çöp atılan yer 2- tuvalet çukuru

guduk : 1gaga 2- meme ucu

gufa : ahşaptan yapılmış su taşıma kabı

guguk : ibik

gulaklı : kenarları tutamaklı bakır tencere

gumbul : 1- yumru, şişkinlik 2- ağaç kabuğundan yapılan çam sakızı toplama kabı

guş biberi : dere kenarlarında yetişen, balık avlamakta kullanılan bir bitki

guşgullik (guşguyruk) : kadınların kuş kuyruğuna benzeyen baş bağlama şekli

guşluk mecisi : kuşluk vaktinde çalışmaya başlayan ırgat

guşun : kurşun

gutni : pamuk ve yapay ipekten dokunan bir tür kumaş, Antep kumaşı

guvak : baştaki kepek

guvalak : baykuş

guvan : arı

guz : güneş almayan soğuk yer

gücük ayı : şubat

güçcücek : küçük ve sevimli

güdüne (gudine) : mısır koçanının mısır taneleri alındıktan sonra kalan kısım

güldüriik : derelerde suyun sesli aktığı yer

güllük : eğrelti otu

gün hesabı : eski takvime göre gün belirleme

gün kurusu : güneşte kurutulan

güni : gündoğusu ya da güneye bakan arazi, fındıklık

güni inciri : güneş alan ılıman yerlerde yetişen bir incir türü

günce : kendirin kuru, ayrılmış sapı

güpüredek düşmek : büyük bir gürültü ve sarsıntı yaratarak düşmek

güvenek : inekleri rahatsız eden bir tür sinek

H

haber bilmek : ziyaret etmek, yanına gitmek

habu : bu

habuncak : buncağız, buncacık

hacayı : eylül

haçan : 1- neden, ne zaman 2- madem ki

haçcak (hatçak) : iyi, güzel

haççacuk : çok güzel, pek güzel

haal (aal) : çevresi çit örgüyle çevrili koyun, keçi barınağı, ağıl

halamuu : halamın oğlu

halaput : fena hal

halefet : muhabbet, sohbet

halik : taş duvar örülürken kullanılan küçük taşlar

ham düve : doğum yapmamış genç inek yavrusu

hamsi guşu (hamsibilig) : hamsi ve mısır unuyla yapılan ekmek köftesi

haara : nere

hark : su kanalı

hartama : çatının üstüne döşenmek için çamdan elde edilen ince levha

hartil : tahta kolon yada kara duvar bağlantısı

has : öz, iyi

has batducan (baldurcan) : patlıcan

has gene : tam olarak,iyiden iyiye

hasıramak : nefes nefese kalmak

haşa : kül suyu ile çamaşır kaynatma

haşlak : yarı pişmiş

haşlamuk : sıcaklığın etkisiyle vücutta oluşan yara

haşu : şu

haşuncak : şuncağız, şuncacık

haşindi (haşindicek) : hemen şimdi

hau : o

hauncak : oncağız, oncacık

havas : taranmaya hazır kendir lifi bağı

havruz : beşiğin içerisinde çocuğun pisliklerinin toplandığı metal kap

hayıf : 1-öç, alacak, karşılık 2- bir çocuk oyunu

hayıflanmak : 1- olanlardan pişmanlık ve üzüntü duymak 2- oyunda ebelenmek

havuz : hafız

haylak : coşturma, hay verme

haylakçı : mecilerde çalışma biçimini belirleyen, çalışanları yöneten ve gayrete getiren kişi

haysınmak : pişmanlık ve üzüntü duymak

hebile (hebilcek) : böyle, böylece, bu şekilde

hedik : kara batmayan ayaklık

heele : nasıl, ne şekilde

helle : hayvan için hazırlanan tahıl lapası

hemi : “öyle mi” anlamında kullanılan alaycı söz

hemide : bunun yanında, bununla birlikte

hengem yapmak : eğlenmek, neşelenmek

hennük : yağmur sonrası ıslak toprak

hep bile : birlikte, hep beraber

heri : seslenme ünlemi. (vurgu ve güçlendirmek için cümle sonuna eklenir.)

heş : büyükbaş hayvanlara “öteye git” komutu

heşüle (heşülcek) : şöyle, şöylece

hevüle (hevülcek) : öyle, öylece

heybeci : gelinin çeyizleri damat evine götürülürken, çeyizin önünde omuzunda bir bohça ile yürüyen kadın

heylemek : çağırmak

hıh deyip burnundan düşmek : sülaledeki o kişiye çok benzemek

hıltamak : hastalanmak, zayıflamak, güçten düşmek

hınkırmak : burundan ani ve kuvvetli nefes vererek içini boşaltmak, sümkürmek

hırtlamak : kesici aletle darbeler vurarak ince ince doğramak

hırtuk : sinirli, asabi, saldırgan

hışanmak : birisinin üstüne yürümek, fiziksel saldırıya hazırlanmak, dövecekmiş gibi yapmak

hışır : eski, çirkin

hızan : çocuk

hızan hırtuk : çoluk çocuk

hodul : kaba

hopbaa : atla, kucağıma gel (küçük çocukları kucağa alıp kaldırırken söylenen söz)

hoopbuuk etmek : sırta, omuza çıkarmak, sırta almak

hopçuramak : zıplamak

hoppa : hafifmeşrep kadın, kız

hopuradak yutmak : hızla yiyip bitirmek

horbul : 1- ekinler arasında büyüyen yabani otlar 2- meyve fidanlarında hızla büyüyüp gelişerek verimi düşüren obur dal

horum : kalabalık, fazlalık

horumak : bir yerin etrafını çevirerek koruma altına almak

hoşgıran otu : akkaz ayağı, ak pazı, sirke otu (chenopodium albüm)

hozan : bir süre işlenmeyen toprağın otlarla kaplanması

höl : ıslak

hölk olmak : insanların veya bir sürüdeki hayvanların iç içe girmesi

höltek : işi bitmiş, süresi dolmuş, bollaşmış.

hölümek : ıslanmak

hömen : oyuna başlama çizgisi

hörelenmek : dayılanmak, kafa tutmak

höşül : 1- pis, bulanık sel suyu 2- ezilmiş bozulmuş sebze, meyve

höşüredek (höpüredek) : (içmek) suyu, sıvı içeceği hızla içip bitirtmek

huplu : Kutluca Köyü’nün yöredeki adı

huşuruk (höşürük) : deride oluşan pişik, isilik

huykurmak : bağıra bağıra ağlamak, avazı çıktığı kadar bağırmak

I

ıbalı : nemli

ıçkın : filiz

ıırıb : bir işin yapılmasında en uygunyol, yöntem, püf noktası

ımık : ılıman

ırgalamak : 1- sürekli sallamak 2- ilgilendirmek

ırımı gırımı devretmek : uzun uzun sohbet etmek (burada ırım Rum’u, gırım Kırım’ı kastediyor olmalıdır)

ışıtmak : 1- sabah namazına veya sahura kalkamamak 2- uyumadan sabah etmek

ışıklık : 1- gün ışığının içeriye girmesini sağlayan açıklık 2- ıslık

ışıklık öttürmek : ıslık çalmak

ıygım sıygım : (olmak)paramparça olup, dağılmak

ıyılmak : bir yere yayılarak oturmak yada yatmak

ıymak : 1- dastar, dırmaç, keten dokumalarında dokuma düzeneğinin kurulması 2- sermek, yaymak

İ

iç baçalık : bostan, sebze bahçesi

içip sıçmak : sarhoş olup dağıtmak

ifak su : idrar, sidik

ifak su dökmek : idrar yapmak, işemek

ifarak : ufak tefek, küçücük

iğdiç : eğri bacaklı

ihil : iyi, güzel

ikidebuyul : sık sık tekrar ederek

ikileme : ikili grup ya da iki fındıklı çotanak

ileek gün (ileki gün) : önceki gün

imdam (indam) : beklentinin de üstünde

imidiri : 1- gerçek dışı yaratık 2- güvenilmez kişi

imidünya : bütün dünya. (umum sözcüğünden geliyor olmalıdır)

imidünyayı saymak : azarlamak, dünyanın lafını söylemek

imisük : yüzsüz, arsız

inek dutmak : zamanı gelen ineği öküzle çiftleştirmek

ilişmek : tecavüz etmek, istismar etmek

ipgal : kader, baht

iskembi : tahta oturak

isli : sıcak

işemük : sidik,idrar

işii : şey

iyeşme : çekişme, takılma, rahatsız etme

K

kakışmak : hayvanların başları veya boynuzları ile vuruşarak dövüşmesi

kakmuk : ittirme, boynuz veya kafa ile vurma

kalçık : keçi kılından örülmüş dizlik

kanayaklı (ganayaklı) : 1- zavallı, çaresiz, garip 2- kız, kadın

kara avu : mor çiçek açan orman gülü (rhododendron ponticum)

kara dıvar : taş duvar

karağan (kırağan) koymak : tüketmek, sonunu getirmek, yağmalamak

kayıncak : kayılan yer

kaypıncak : kaygan zemin

kaypmak : 1- kaygan zeminden kaymak 2- yansımak, sekmek

keçi taflanı : küçük meyveli bir tür karayemiş

kef : kir, pasak

kekez : 1- dilsiz 2- kekeme

kelek : süt hayvanlarının boynuna asılan bir tür çan

kelem : kara lahana bitkisinin sapı

kelenkür : işe yaramaz

keleplemek : el ile kavramak

kelif : göçebe çadırı, yayla kulübesi

kelpenti : kerpeten

keltek : hurda, yıpranmış

kemire (kemre) : bahçelere gübre olarak atılan dinlendirilmiş sığır dışkısı

kemire teli : kemire atmaya yarayan alet

kendir çekmek : kendir gövdesindeki lifleri işleyerek ip haline getirmek

kepçük : meyvenin yenildikten sonra kalan kısmı

kerkinmek : belden altını ileri geri hareket ettirerek yapılan edep dışı hareket

kertebiz : hafifçe tümsek yer

kesek : çalı parçası

kese : kestirme, kısa yol

kesikbaş günü : fidan dikme günü, 1 mart (dikilecek fidanların uç kısımları kesik olduğu için böyle ad verilmiştir)

kesmük : 1- kolçak ipinin bağlandığı, 40-50 cm uzunluğunda bir ucu kertilmiş değnek, kolçak sapı 2- ahşap parça 3- ateş tutuşturmaya yarayan ince kıyılmış odun parçası 4- ayak topuğundaki kuru ve çatlak deri

kesmek : 1- el, ayak üzerinde oluşan kir 2- bir kişiyi arkasından kötülemek

keşan : kırmızı-siyah çizgili baş bağı

keşgek : iyice haşlanmış ve ezilmiş kuru fasulye ve tereyağı ile yapılan yöresel yemek

keşgül : küçük taş

keşgülü çıkmak : zayıflamak, eğilmek, bükülmek

kez : ev duvarında taşlar arasındaki boşluklar, duvarın üstü

kıble kaçığı : kuvvetli olarak güneyden esen rüzgarlar

kırlatma (kıylatma) : bir nesneyi fırlatma

kılıç otu : kantaron (hypericum perforatum)

kırba : tek kulplu, ibikli sürahi gibi kullanılan su kabı

kırtıl : bir işten alınan pay veya yüzdelik

kısgun : yer yarığı

kiran : çok kalın ve ağır direk

kiraz ayı : haziran

kiraz taflanı : rengi kiraza benzeyen bir tür karayemiş

kirizma : toprağı derin kazma işlemi

kirizma kazması : sert zeminleri kazmakta kullanılan iki taraflı kazma

kittek : uzun süre kullanıldığı için iyice küçülmüş sabun

kivra : sürtük,tutarsız kadın, kız

kokurgan : turna gagası otu, (geranium swatense)

kol bağı (bezi) : beşikte belenen bebeğin göğüs ve kollarını saran özel bir bez

kolçak : kenevir liflerinden yapılan, yüksek ses çıkarabilen bir yeni yetme oyuncağı

komar : mor çiçek açan orman gülü (rhododendron ponticum)

kontra : gelin için alınan yüksek topuklu ayakkabı

kökleme : genç fındık dalı, toprağa dikilen ağaç dalı

köklemelik : genç fındık bahçesi

kölük (külük) : boynuzsuz hayvan, danalarda boynuz çıkmama durumu

körlemek : bir şeyin ucunu kapatmak, bağlamak

kösmük : sigara izmariti

köstüköpek : köstebek

köstüre : balta, nacak, orak bilemek için kullanılan dönen taş silindir

köşe direği : evin köşesine yerleştirilen ağaç direk

kötmek : büyük, iri yapılı

közmeklik : ahırlarda hayvanların atık sıvılarının dışarıya çıkmasını sağlayan açıklık

kulyur : kuyruk saçakları beyaz renkli olan ineklere verilen ad

kunut (kurut) ağacı : yaban armudu (sorbus torminalis)

kurut : çökelik yapmak amacıyla torbalara doldurulan süzmeden artan kısmın topaklar haline getirilerek ev içinde açıkta kurutulmasıyla elde edilen bir tür çökelik

kuytak : çukurluk yer

kuzlak : kuzeye bakan, az güneş alan

küflan : fırınlanan mısırdan kalan tanelerin süpürülüp alınırken külle karışması

kütüredek devrilmek : büyük bir gürültü ile devrilmek

kül çiçeği : odunun yanmasıyla oluşan beyaza çalan renkte, kolayca uçuşabilen parçalar

kül durusu : bezden süzülen, kaynatılmış kül suyu

kül haşılı : sacın altını kaplamak için odun külü ve su ile yapılan hamur

külür : bir bezelye türü

küpü : balta, keser gibi araçların sırt tarafı

kürtük : yaylalarda kuz yerlere ve dere yataklarına yığılarak, erimeden yaz mevsimine ulaşan kar yığınları

kürün : taştan yapılan üstü kapalı su yalağı

küskülemek : demir bir aletle ateşi karıştırmak

kütür : sac üzerine yapılan mısır ekmeğinde saçın ortasına konulan küçük bazlama

küzün : dırmaç, dastar gibi dokumalarda kullanılan tahta

L

lengedek gülmek : aniden, alaycı gülmek

leptürmeç : büyük düğme, palto düğmesi, mıras oyununda en büyük düğme

leşker : tarlanın yukarı doğru bellenmesi

longuz : falez, derin çukur

loor boya : kızılağaç kabuğu ile kaynatılıp, ahşap yüzeylerin boyanmasında kullanılan bir tür boya maddesi

M

maada : başka, dışında

madıranmak (madıraşmak) : kendi kendine söylenmek

madırga : taş kırma çekici

mahna : sözde sebep, bahane

malına : sebebine

mamaş : şişman kadın, çocuk bakan kadın

mart bozmak : bir gelenek (mart ayının birinci günü o eve giren ilk yabancı, evin martını bozmuş, yeni yılı açmış olur, yıl içindeki iyi ve kötü olaylar evin martını bozan kişiyle ilişkilendirilir)

mart danası : yerinde duramayan, çok hareketli

me, meh : al

meci : bahçe ve tarlalarda karşılıklı yardımlaşarak yapılan işler

megel (meel) : enli kazma

meğersem : bu sebepten dolayı

melevcen (melevücan) : bir çeşit diken ve onun yemek yapılabilen filizleri

menük : oval, küçük kendir ipi yumağı

mere : çevresi çit örgü, üstü kapalı koyun keçi barınağı

meşerbe : maşrapa

mezere : yayla köy arasında kalan güz konaklama yeri

mıruun tamına sıçurmak : birilerini sıkıştırmak, baskı altında tutmak

mıs etmek : tepki vermemek, önemsememek

mıtlıbız : mızıkçı,her işin olumsuz yönünü düşünen yapan

mızıka : gebe kalmadığı için kesime ayrılan inek

mooş mooş kokmak : etkileyici iyi, kötü kokular yaymak

mökem : sağlam, güçlü

mudara : zayıf, güçsüz

mudara etmek : dikkate almak, önemsemek

mudul : ağaç dallarında baharda çıkan tomurcuklar

muhannet : beceriksiz, başarısız, elinden bir iş gelmeyen

muhruz : ağaç gövdesindeki yumru biçimli kabartılar

mukaat olmak : korumak, kollamak, mukayyet olmak

murçuk : 1- bitkinin gövde ve dallarından yeni çıkan küçük filiz 2- karalahana çiçeği

muras (mıras) : misket

murtu (murt) : tortu

muzur : iş bozan, her şeye muhalif olan

mücürüm : ileri derecede bedensel engelli

mürüdetmek : büyüyüp gelişmesini önlemek

mürületmek : büyüyüp gelişmesini yavaşlatmak

N

na : al

nah : şu

namazlık : 1bürüncek 2- üstünde namaz kılınan örtü, post (seccade)

nardek (nardak) : üzüm suyu, sulandırılmış üzüm pekmezi

nav : “ne” anlamına gelen soru sözü

navu (nevune) : “o ne” anlamına gelen soru sözü

nepri : hiçbir işe yaramayan, yararsız insan

nezük : nazik, taze

nırk : değer, fiyat

nişan atmak : 1-silahlabir hedefe ateş etmek 2- nişanı tek taraflı bozmak

O

obuz : küçük dere, dar vadi

okarı : yukarı

olduruk : bitkinin genç sürgünleri

oollâr : oralar

oraa, (uraa) : erkeklere hitap başlığı

orak ayı : temmuz

orak armudu : orak ayında olgunlaşan armut türü

orak taflanı : orak ayında olgunlaşan karayemiş türü

orta : üstten mekanizmalı, kısaya göre daha uzun namlulu, 9 mm kalibreli, Alman yapımı tabanca

osmak : kıyaslamak, karşılaştırmak

osurak böcüü : kokarca (halyomorpha halys)

otçu : 1- yaylalarda belirli zamanlarda yapılan şenliklerin genel adı 2- otçu şenlikleri için yaylaya gidenler

oynaş : sevgili, yavuklu, yasak aşk

Ö

öğ : üvey

öğmeç : tereyağlı taze mısır ekmeği ezmesi

ölçermek : ateşe odun atmak, ateşi güçlendirmek

öölmek : bulaşmak, yapışmak, sıvanmak

öküzlük götü : şekerci boyası (meyvesi siyah renk için kullanılır) (phytolacca americana)

önler ağzı : bir gün önce bırakılan işin kalan yeri

önner (önler) etmek : ürünü belli bir sıraya göre toplamak, işi belli bir sıraya göre yapmak

öreg : kendirden ip yapmakta kullanılan ahşap alet, öreke

ösevü, (ösevi ) : yanan ocaktan alınan bir ucu yanan odun, meşale

ösüz dil : küçük dil, uvula

öte beri : eşyalar

ötesi beriye gelmek : yapılacak bir işin zamanının gelmesi

öveç etmek : yoğurda mısır ekmeği doğramak

övetleşmek : 1- anlaşmak 2- bir yerde buluşmaya karar vermek

P

pakla : taze fasulye

paçka : on kibrit kutusundan oluşan paket

palak : ayının yavrusu

palan yuumak : çamaşır yıkamak

palaz : iri taneli bir çeşit fındık

paldır : hayvanların yediği otsu bitkiler

paltun : at ve katırların eğerlerini, semerlerini tutan enli kemer

pancar : kara lahana

pannama çuvalı : jüt lifleri dokumasından yapılan çuval

pasa : ha bire, sürekli

papara : 1- ekmek tatlısı 2- dayak

patar : ağaç yada kütükten baltayla kopartılan uzunca parça

pavlika : fabrika

pavuttçu : düğünlerde yemek yapan kişi, aşçı

payır payır : (yanmak) büyük alevlerle ve sesler çıkararak yanmak

payıradak : (yanmak) hızla yanıp geçmek

payırt dii : (yırtmak) ses çıkarttırarak hızlıca yırtmak

pee : 1- kanal, su arkı 2- ahırdan hayvanların sıvı atıklarının atıldığı boru şeklindeki boşluk 3- taştan tarla seti duvarı

pelit : meşe ağacı (quercus robur)

pestili çıkmak : çok yorulmak

peytamal : 1- ihmalkar kişi 2- sahipsiz kalmış, çaresiz

pezük : pazı bitkisi

pırtlak : mısır patlağı

pıskırmak : hapşırmak

poğul (puul) : pişirilmiş mısır koçanı

polis : Osmanlı polis teşkilatına dağıtılmak üzere Fransa’dan satın alınan, üzerine Osmanlı tuğrası işlenmiş barabellum tabanca

pontul : pantalon

pontula vermek (goyvermek) : 1- çiş veya kakasını tutamayıp üstüne başına yapmak 2- bir işte veya girişimde başarısızlığa uğramak

posurmak : küflenmek, bozulmak

poyur poyur : (ağlamak )katıla katıla ağlamak

pöçürtmek : sivri şeylerin ucunu ezmek

pönnek : 1-sürüdeki koyunların öbekler halinde durması. 2-taşınacak odun öbekleri

pöörek : pişirilmiş topraktan yapılmış boru ya da büz

pörtlek : dışa doğru fırlamış, bombe yapmış

pöşke : sacdan yapılmış soba

provennik : Browning tabanca

pumbul : vücutta meydana gelen küçük çıkıntılar, urlar

pur : kolay işlenir bir çeşit taş

pur elması : sert kabuklu, mayhoş, etli kısmı ağızda kum gibi dağılan elma türü

putanak : fındık çotanağı

pür : iğne yapraklı ağaçların yapraklı ince dalları

pürtek (pürtük) : pürüzsüz bir zemindeki pürüzler veya sıvı içerisindeki katı benzeri parçalar

püs : mısır koçanı püskülü

S

saa : sana

sacaak : sacayağı

saçak : iplik

sadır : idrar

saan (sağan): sahan

sağlama : kolçağı baş üzerinden aşırarak ileriye ve geriye doğru şaklatma

sakametlik : kaza, sıkıntılı durum

sakat : deri üzerinde oluşan yara

sakırtlak (sakırttak) : kene

salahna : başıboş

salep (sarep) armudu : meyvesi küçük ve tatlı bir armut türü

salıgetmek : tarif etmek, yol göstermek

salmaca : 1, 2 metre uzunluğunda bir sopanın ucuna, çarık sırımı denilen sicimle yabani kızılcık çubuğundan ince bir dal bağlanarak yapılan tarım aracı

samıramak : kendi kendine konuşmak, uykuda konuşmak

saplavu : metal kepçe

saplık : keser, balta, kazma gibi araçların ahşap sapları ve sapların yapıldığı malzemeler

sapankaya (sapangaya) : 1- taş atmaya yarayan kendirden örülmüş ip 2- sapan lastiği, kuş lastiği

saapuş : atın kalça üstüne atılan örtü

saravu : sarı çiçek açan orman gülü, zifin (rhododendron luteum)

sarıalaca : sarı-beyaz alacalı sığır

sarıncalı : yabani sarı arı

sarsuk : kendinden habersiz, ahmak

saasuk : 1-beceriksiz, eli iş tutmayan veya halsiz. 2- tatsız lezzetsiz

savulmak : bir meyvenin mevsiminin geçmesi, tükenmesi

say : kayaç, üzerinde toprak bulunmayan taş tabaka

sayfan : yağmur ve güneşten korunmak için yapılmış basit çadır

sef : yanlış

sefitmek : şaşırmak

sekmen : ahşaptan yapılmış alçak oturma aracı

semekse : üzüm pekmezinin unla pişirilmesiyle yapılan bir çeşit yağlaş

semete : uyku sersemliği

seren : dırmaç ya da dastar dokunurken kullanılan tahta

sıbıç : yenebilen yapraklı yabani bitki sapları

sıçan artuğu : farenin kemirip, tırtıkladığı yiyecek maddesi

sıçan otu : yılbaşı çiçeği, kokin (lysimachia talaverae)

sık : tarlada yeni çıkan mısır filizleri

sık sapı : diz boyu olduğunda sökülüp kurutulan ince mısır sapları

sıpartlamak : 1- sıvamak, yukarı çekmek 2- daldaki yaprakları sıyırıp almak

sıpçuk : armutun sapı

sırgan çaluğu : ısırgan otunun vücutta meydana getirdiği alerjik durum

sırımak : döşemek

sırnak (sınnak) : otçul hayvanların tırnağı

sıvatlamak : pantolon veya kola giyilen bir giysiyi yukarı katlamak

sıylan : dalsız, budaksız ağaç

sıypıtmak : fırlatıp atmak

siftah : 1- yeni çıkan bir ürünü ilk defa kullanmak 2- ilk yenilen.

siftin : önce

siftiye : birinci, ilk sıradaki

sifus : kar fırtınası, tipi

siğmek : suyun altında yüzerek gitmek

silis : çamaşır asılan ip

sim sim etmek : yavaş hareket etmek, tembellik etmek

simbil simbil : uyuşuk uyuşuk

sinmecek (sinsinmecek) : saklambaç

sipsi : fındık, kızılağaç gibi bitkilerin ince dallarından yapılan tiz sesli düdük

sofra salmak : yemek için sofra hazırlamak

soolama : hasat yapılmış bahçelerde dallarda ve yerde kalan fındıkları devşirme işi

sökütmek : 1- çıkartmak, üstünden atmak 2- hatırlamak, tanımak 3- beceri gerektiren bir işin üstesinden gelmek

söykenmek : bir yere yaslanmak

sucukluk : su tabancasının yörede yapılan ilkel hali

sufat : yüz, surat

suluk : sığırların idrar kesesi

surkmam : keyifsiz, düşünceli

surullaha çekilmek : kaybolmak, çalınmak, ortadan yok olmak

susak inciri : meyveleri iri bir incir türü

sümüç : açık duran baş ve işaret parmaklarının uçları arasındaki uzaklık

süt elması : meyveleri tatlı bir elma türü

süt kirazı : yörede yetişen bir kiraz türü

Ş

şalak : olgunlaşarak tohuma kaçmış salatalık

şalaşap : gelişi güzel , beceriksizce

şannuz : bir tür çiçek desenli, ipekli kumaş

şarba : eşarp, başörtüsü

şarlı : Beşikdüzü’nün 1930’lu yıllardan önceki ve yörede çok kullanılan adı

şaryeri : Şalpazarı’nın yöredeki eski adı

şelek : fındık çubuğundan yapılan sepet

şenlik çağırma : düğün öncesi, damat tarafından birkaç gencin (kız veya erkek) kapı kapı dolaşıp “Şenliğimiz var, buyuruη, geliη beklerük” sözleriyle köy halkını düğüne davet etmeleri

şenlik günü : düğünden bir önceki gündür. (Şenlik günü düğünün son hazırlıkları yapılır.

O gün, bir grup genç kadın ve genç kız, gelinin çeyizini damat evine götürerek “oda donatma” denilen, çeyizlerle gelin odasını düzenleme işini yaparlar. Diğer yandan, köy halkından şenliğe katılanlar, bir çenti veya kap içinde düğün evine yardım ve düğünün bolluk, bereket getirmesi dileğiyle fasulye, mısır, bulgur, pirinç gibi yiyecek maddeleri götürürler.)

şepek : balık pulu

şeplemii yimek : oyuna gelmek, tuzağa düşmek

şeytan kınası : kayaların üzerindeki likenlerden elde edilen kına renginde boya

şıldıramak : akan suyun çıkardığı ses

şıma (şima) : çimento, kireç ve kumla hazırlanan yapı harcı

şırba : şıra, üzüm suyu

şırıta : cıvık hamurun kızartılmasıyla elde edilen yiyecek

şimdicek (şimdicēn) : 1- bu durumda 2- hemen şimdi

şiplemek : şikayet etmek, gammazlamak

şil : göz çapağı

şilli meci : sabah mecisi

şukka : bilgi vermek amacı ile yazılmış kısa not

T

taa : vurgu ünlemi

taflan : karayemiş

tahta gıranı (tahta üstü) : oda önlerindeki az yüksek tahta döşemeden oturma yeri, badama

takal tukal : ağır aksak

takalat : başa kalkma, sitem etme

takıramak (takırdamak) : tahtanın çıkardığı ses

takmak : gagalamak

tapmak : başkalarından önce davranıp, hızla kapıp almak

tark ettürmek : sert bir cisimle kuvvetlice vurmak

tasal : 1-tembel, işe yaramaz 2- takatsiz

taasuk : 1- tadı kaçmış, şekersiz yiyecek 2- hasta görünen kişi

tay durmak : yeni ayağa kalkan çocukların dengede durma çabal

tekir : yerden yüksekte, ahşaptan yapılmış yiyecek saklama deposu, serander

tecir : hayvan alıp, satan

tekduru yere : durup dururken, sebepsiz bir şekilde

tekleme : tekli grup veya tek fındık taşıyan çotanak

tekmük (dekmük) : tekme

tekel tosmak : (gitmek, olmak)bir yere, bir şeylere takılıp dengeyi kaybederek yuvarlanıp gitmek

telesimek : susamak

telesük : kuru, yağmur yağmadığı için kuruyan toprak

teltük : eksik

tellemek : yatak, yorgan, yastıkları havalandırıp yumuşatma işi

temire otu : kırlangıç otu, terme otu (chelidonium mayus)

tene gabı (dene gabı) : içerisine tohumlar konulan, ipten elde yapılan küçük çanta

teηmek : 1- ayağı takılarak düşmek veya düşecek pozisyona gelmek 2- değneğe veya bir cisme takla attırmak

tenteş : eş, akran

tepebızdık (tekebızdık) : takla atmak

tepik : kuru

tepimek : kurumak

tercimek : eriyip sulu hale gelmek

tesbelmek : 1yorulmak 2- kurumak

teseltü : masal, anlatı, efsane

tığmızrak : 1- çabuk 2- bakımlı, alımlı

tıkılcak : değirmende kullanılan bir alet

tıpız : 1-aynı cins bitkilerin aynı kökten veya ayrı kökler halinde birden çok filizlenerek oluşturdukları küme 2- yıkanmamış, taranmamış, dolaşmış erkek saçı

tırıngız : gergin, sıkı

tingedek (tringedek) : birden bire, aniden

tingildemek : masa, sandalye gibi ayaklı eşyaların yere dengeli oturmayıp hafifçe sallanması

tingiltos : 1- dengesiz, dengede duramayan 2- tahterevalli

tinguz : dikkatli, seçici

tirki : hamur teknesi

tokalak : birbirine yapışmış toprak ya da hamur parçaları

tomara : hodangiller ailesinden, pazıya benzer, sapları pişirilip yenen çok yıllık bir bitki

tonar : orman arasındaki açık alan

topuk otu : ince (kıl) yapraklı bir yayla otu

topur : kestanenin dikenli meyve örtüsü

torsumak : küflenmek

tosarmak : suratını asmak, küsmek

tootaşmak (toftaşmak) : sakinleşmek

tömbelek (dümbelek) : küçük davul

tömelmek (dömelmek) : dizlerinin üzerine çömelmek

töngel : muşmula

tös tös geçmek : dargınlık ve kırgınlığını hissettirir şekilde sessizce geçmek

tulkurmak : şişmek

tuluk : yanak

tum : bodur bitkilerin oluşturduğu küçük topluluklar

tumba yapmak : ağır eşya ya da yükü bir yere yığmak

tumbak : toprağın, fındığın bir araya toplanıp yığın yapılmış hali

tumtumu : galandar gecesi dışarıda dolaşan kötü güç

tumturaklı : 1- yerli yerinde 2- dikkatli 3- abartılı

turp kesmek : besilenip kilo almak, iyi olmak

tuvakel : cömert, temiz kalpli

tuval : ekmek kırıntısı

tuyluk : yere dört çangal dikip, üzerine bez gerilerek ya da yapraklı dallarla örtülerek yapılan korunak

türmetalas : darmadağınık

tütüncelik : yer ateşinin dumanını dışarıya atan bacanın ev içinde kalan kısmı

U

uç gurusu : fındık dalının uçlarında kurumaya yol açan hastalık

uçmacak : uçar gibi gitmek, koşmak

ufağım : sevdiceğim, bir tanem (türkülerde erkeğin kıza sesleniş sözü)

uğuz : Oğuz’un yörede söylenişi

ulaa : 1- erkeklere seslenme biçimi 2- hayret ifadesi

ulkum : yöntem, bir işin yapılması için en uygun yol

umsunmak : ümit etmek, beklentiye girmek

uslu : yaşlı, deneyimli

unufra (ufra) : sacın üzerine hamurun yapışmaması için atılan un

unufak olmak : parçalanmak, darmadağın olmak

urdan : oradan

uruf olmak : üzülmek

uşacuk : küçücük, savunmasız çocuk

uyra : rüya

uyüz : diğer taraf, arka taraf

Ü

üçleme : üçlü grup ya da üç fındık bulunan çotanak

üçlük : düğünün üçüncü günü

ülemi : “öyle mi” anlamında kullanılan alaycı söz

ürmek : havlamak

ütük : yangın sonucu kel kalmış

üzmek : kopartmak

üzülmek : kopmak

üzüm ayı : kasım

V

vakır vakır : (ağlamak)sesli, bağırarak ağlamak

vakıradak göçmek : bir binanın veya yapının büyük bir gürültü ile çökmesi

vakıramak (vangıramak) : bağırıp çağırmak, azarlamak

vakırtı : gürültü

vanna küpü : turşu koyulan büyük küp (Vona küpü)

varzan : derisinde şerit biçiminde farklı renklerde lekeler olan hayvan

vazıradak (vızıradak) : (geçmek)büyük bir hızla geçmek

vazırt di geçmek : selamsız sabahsız, hızla geçip, gitmek

vedüre (vedire) : metal kova

vekle : parça

vicirik : çok konuşan çocuk

vuuh : kadın kadına çağırmalarda isimden sonra söylenen nida

Y

yağlaş (yaalaş) : mısır unundan yapılan bir yemek, bir tür muhallebi

yağlaş düğünü (gelin bakma, üçlük) : düğünün üçüncü günü, gelinin yeni evinde sofralar kurulur, yemekler yenir, herkes eğlenirken gelin sessizce oturur

yağlık : peçete, mendil

yağmamak : soymak, talan etmek, oyunda diğerlerinin paralarını veya ortadaki ödülün tümünü almak

yafıradak : çabucak

yalamuk : çam türü ağaçların kabuğuyla gövdesi arasında yer alan, tatlı ve besleyici özelliği nedeniyle çocukların yaladığı soymuk tabakası

yalangu (yalavu) : ateşin harareti, alevin sıcaklığı

yalangu goşama : bir avuç dolusu

yaldır yaldır (yıldır yıldır) etmek : pırıl pırıl parlamak

yalkuk : kabağın ortasında, çekirdeklerin bağlı olduğu yumuşak kısım

yallık : hayvan yiyeceği

yalmaç : çoğunlukla hayvanların yallarına eklenen evin yiyecek artıkları

yalpadak : birdenbire, hemen, aniden

yama : yamaç, meyilli arazi

yaman has : çok çok iyi

yamsuk : biçimsiz, eğri büğrü

yangabuz (yangaz) : eğri, hileci

yangal : çarpık yürüyen

yangil : eğri boyunlu, kafası bir yana eğik duran

yar kopuğu : toprak kayması sonucunda arazinin aldığı şekil

yasmak : bir tarafın aşağıya doğru inmesiyle dengenin bozulması

yavan : evdeki ineklerin sütten kesilmesi durumu

yavuk : içi boş

yavuncumak : heveslenmek

yayılım : otlak, mera

yaymak : 1- sermek 2- hayvanları otlatmak

yedilik : düğünden bir hafta sonra (o gün, gelin ve damat birlikte kız evine giderler, yemek ve ikramlardan sonra damat evine döner, gelin o geceyi baba evinde geçirir)

yeni : yeni yıl, gelecek yıl

yenlik (yeηlik) : hafif

yepeliik otu : kuzukulağıgillerden, biçilerek hayvanlara yedirilen bir bitki

yerikli (yerüklü) : hamile, aş eren

yelemek : hayvanların yele ve kuyruklarını tıraş etmek

yelpece : yelpaze

yeygü : kışın hayvanlara verilmek üzere biçilip kurutulan yeşillik

yeykamak : yıkamak

yeykin : kızılağaç

yığma (yııma) : 1-bir direğin çevresine kesik koni biçiminde yığılan ot veya mısır sapları 2- mısır yarması ile yapılan bir karalahana yemeği, döşeme

yılan bürüğü : ağaç gövdesine dolanan bir tür sarmaşık

yılgım : büyükbaş hayvanın işkembesi

yılgımın çıkması : içinin dışına çıkması

yılgım saçak olmak : içi dışına çıkıp, tel tel parçalanmak

yıprak : çalışkan, gayretli, hızlı çalışan

yiğidin : cüce mürver bitkisi (ağrı kesici olarak kullanılan bir bitki) (sambucus ebulus)

yoğusam (yok yoğusam) : yoksa

yoku: maddenin bir süre kaldığı yerde bıraktığı kokusu, tadı ya da kalıntısı

yolluk : düğünlerde damat tarafının gelinin çok yakınlarına aldığı hediyeler, düğün günü gelini evin dış kapısından çıkaran yakınına verilen hediye ya da bahşiş, düğün alayının yolunu kesenlere verilen bahşişler

yörek bağı : bebeği beşiğe bağlamak veya sırta sarıp taşımak için yün ya da orlondan örülmüş ince, uzun bağ

yörek bezi : bebeğin belden altını beşiğe sarmak için kullanılan özel bir bez

yuğlamak (yuulamak) : yuvarlamak

yuğmak (yuumak) : yıkamak

yuka : sığ, derin olmayan

yuulak : yuvarlak

yuncak : yıkanacak

yüülemek (yüğlemek) : 1- saç sakal tıraşı olmak. 2- kalem, kazık, çangal ucu sivriltmek, bıçak, orak, balta ağzını keskinleştirmek

yürek göönümesi (göğnümesi) : acıkmak

Z

zabaccak : sabahleyin, yarın sabah

zabaccaası : sabah olduğunda

zahra : un yapılmak üzere hazırlanmış mısır

zakıramak : aşırı üşüme nedeniyle dişleri birbirine vurarak titremek

zarpadak : aniden

zat : hiç

zavırtdak : iri kıyım

zavrak : olur olamaz laf söyleyen, boş konuşan

zebil : ihtiyacın çok üstünde, çok fazla, bol

zeet : daha sonraları, akşama

zerefçi : konuşulanları dikkatle dinleyen, olayları dikkatle izleyen

zeref etmek : dikkatle incelemek, gözlemlemek, karşısındakini tartmak

zırap zırap gezmek : boş boş gezmek

zırtapoz : uyumsuz, kavgacı

zifin : sarı çiçek açan orman gülü (rhododendron luteum)

zifir : çaputtan yapılmış topla oynanan bir oyun

zibil : çer çöp, süprüntü

zili : ilkbaharda yeni yeşeren ince dalların kabuğundan yapılan tiz sesli düdük

zivirtdek : ufak tefek

zöbük : amacı olmayan, ortalıkta amaçsızca dolaşan

zumbuk : yumruk

zumur : sıcak mısır ekmeğinin içine tereyağı ve şeker konularak yapılan bir yiyecek

Bu çalışmanın ortaya çıkışında yoğun emeği ve katkısı olan insanlarımızın alfabetik isim listesi:

Atilla Korkmaz, Aysel Kılıç, Eyüp Ali Hekimoğlu, Galip Aydın, Gülay Korkmaz, Güler İpek, Halil İbrahim Demirci, Hatice (Ayşe) Kılıç, Mehmet Can Aydın, Metin Kılıç, Mustafa Hacıalioğlu, Sinan Kılıç, Şakir Sağlam.