İki yaylak yerimiz var: Kadirga ve Sisdağı./ Em.Öğrt. Şakir Sağlam
Yaylaklar, yayla yerlerimizdir. Yaz sıcağı köyleri kavurdukça, serin yerlere gitmek bir gelenek olmuştur. Hayvanlar, yaşlılar ve çocuklar için yaşam alanlarıdır.
Yürüme gidemeyecek olanlar bu fotograftaki gibi kamyonlarla giderlerdi. Kamyonun kasasına yükler yerleştirilirdi. Üzerine insanlar çıkardı. Böyle bir yolculuk sırasında ve 1960 yılında Tonya yollarında bir kaza yaşadık.
Yoldan gidenler yorucu ama daha keyifli yolculuklar yapardı.
Sisdağı yaylamıza 4 – 5 saatte yürüyerek varılır. Asıl macera gibi olan Kadırga Yaylamıza yaptığımız yolculuklardır. Şimdi arabayla gidiliyor ki, tadı tuzu kalmamış.
Yaz başlarında, köy işleri zamanına uygun yapılır ki yaylaya gidiş başlasın. Hem çoluk çocuk köyde kalırsa yazık sıcakta, perişan olurlar. Yaylanın tertemiz havası, soğuk tatlı suları, derenin balıkları, otu, sütü, çocukların oyunları bir başka güzel dünyadır. Yoksulluk içinde olunması hiç kimseye dokunmaz. Bunca güzellikler arasında sözü mü olur.Kar erimiştir yaylalarda ama, yaylaya varınca görülür ki, kuz (güneş almayan, çukur) yerlerde 2 – 8m. kalınlığında erimemiş karlar vardır.Ama kartopu oynanmaz tabi.
Bir gün önceden yolculuk hazırlıkları tamamlanır. Sırtta taşınacak sepete hafif şeyler konur. Kimler gidecektir belirlenir ki onlara yolluklar yapılır. Katırlar ağır yük taşıyabileceği için ayarlanır. Bazen iki aile ortak yükleyebilirler. Katırı, atı olanlar kor ( farklı ses veren çan, kor, zil topluluğu) ve boncuk, püskül ile süslenir. Köyün en aşağısından sabahın erken saatinde başlayan korlu atın çan sesleri parola gibidir. ayaklanır yayla yolcuları. Bu ses tam bir orkestradır. Ses tonlarını, melodisini atın gövdesinin hareketleri düzenler. Sırf bu ses için, birlikte yürümek için yaylaya gidenler olur. Uzaktan duyulduğu için çocuklar için tam bir ilgi alanıdır. Koşarak gelir, atla birlikte uzun uzun yürürler. Bazıları köpeğini de götürür. İneklerimiz, varsa düve (genç inek) yıkanır, süslenir. Boncukları, çanları takılır. Ya da sabah erken yola çıkmak üzere takılacak gibi hazırlanır, sabah takılır, Yolda gece konaklanır. Konaklanınca kullanmak üzere bazı ineklerin sırtlarına yüklenecek biçimde yorgan, dastar (dokunmuş yün battaniye) hazır edilir. Dırmaçlarla yola çıkarken ineklerin bazı düvelerin sırtlarına sarılır. Atlayan zıplayan inekler atar bu yükleri sırtlarından, düzeltmek işi çiledir. İnsanlar banyo yapar (çimer). Giysilerini ona göre ayarlar. Para olmaz çoğunlukla, gene de bir iki bişey konur ceplere. O gece uyku tuttuğunu pek sanmam ya uyumaya çalışılır. Gün boyu yürünecektir. Ayrıca bir birine yardım edilecek, çocuklara bakılacak, yaşlıların bakımı, hizmeti görülecek. Uyu canım uyuyabilirsen. Nasıl bir heyecan. İçimiz kıpır kıpır.
Yolumuz yavaş gidilirse üç, biraz hızlı gidilirse iki günde yürünür. ( Ben daha beş yaşımda yürüyerek yayla yoluna döndüğümü anımsıyorum. Hele yoruldukça anamı ne çok rahatsız ederdim sorularımla: -Ana yayla ( Kadirga ) nerede? – Şu tepenin arkasında oğlum.) ….Tepeler bitmezdi bir türlü.
Yola çıkarken kimlerle gidilecek, hangi aileler birbirlerinden haberdar olacak kararlaştırılır. Su almaya gerek yoktur, yollarda tadına doyulmaz sular vardır çünkü. Kiminin atı, katırı olurdu. Bazıları hayvanların yiyeceklerini yedeğe atardı. Yolda aç kalma olasılığı vardı. Önce tabi bildiğimiz yerler geçilir: Ütük, Fidillik, Kuruçeşme, Geveleraltı, Balvusuyu, Armutdalanı, Enişdibi… Mola verilir.
Piknik adını sonraları duyduğumuz kır yemekleri yenir, taş yapı çeşmelerimizin suları keyifle içilir, ineklerimiz beslenir. Toplanılır. Yeniden yola girilir. Çam sakızı toplayanlar bile olur arada, ne güzel tatdır çam sakızı çiğnemek, tatmayan bilemez. Çamannı ormanındaki çığlıklarımıza ormandan gelen karşılık hayretler düşürür, Yastalan Çimeninde yuvarlanırdık.
Belen Düzü, işte Sisdağı Yaylamız. Öğle olmuştur.
Selam verilir, gerekirse erzak tazelenir, Erkeksu geçilir, Örümcek Boğazı’ndan Sisdağı Pazarı’na doğru ilerlenir.
Sis basar zaman zaman her yeri. Hava soğur. Ama ne kompozisyonlar oluşturur doğa. Böyle bir keyif hücrelerinizi tazeler. Yayla işte budur.
Obalar çamların arasına kurulmuştur. Bu harika bir sağlık ve görsel zenginliktir. Ama bir sakıncasını yıllardır yaşayarak görmüşüzdür. Her obanın yakacak ve barınacak evini yapması gereklidir. Bu da çam ağaçlarını ölçüsüz tüketmiştir. Yerine fide dikilmediğinde yaşanacak çevre felaketini yıllar sonra ancak anlasak bile, geç kalındığı gerçekti
Obalar geçildikçe zaman da ilerler. Sisdağı Pazarı, şenlik günü dışında sakin, boynu büküktür. Arkaya aşılınca artık konaklama yeri aranır. Paldırlısu, Şıhkıranı…Ya ağaç oluklu bir çeşme başı, ya da büyük bir çam ağacı altı aranır. Gecenin sisi-nemi üzerimize düşmeyecek yer bulununca karar verilir. Ateş yakılır hemen. Büyükler bunu çok iyi bilir. Sütler sağılıp pişecek ve hemen sıcak sıcak sıcak süt içilerek içimiz ısınacaktır. Gece kemençeler horonlar kurulur ama yorgunluk erkenden yatmayı gerektirir. Konaklama yerlerimiz bazen de Gökçeköy’e rastlardı.
Biraz daha aşagıda, sarı taşların arasından buz gibi suyu akan derenin her iki yamacına yerleşmiş Gökçeköy vardır ki onlar asla unutulmaz. Hele taş yapı kemer köprüleri ise harikadır.
Böyle bir konukseverlik olabilir mi? Gerçekten merak eden Gökçeköy’ü anlattırsın bilenlere. Üstelik karşılıksızdır bu konukseverlik. Bu insanların yürekleri bunca nasıl sıcak olabilir? Hele 2007 dünyasında yaşayanın, bunları anlaması hiç düşünülemez gibi geliyor insana. Düşünüyorum da, fırsatım olursa torunları kalmıştır sandığım o insanları ziyaret edip, sıcak, içten merhabamı, saygılarımı sunmak öncelikli bir dileğimdir. İneklerimize verdikleri otları mı , bizlere hadi yiyin daha çok var diyerek verdikleri yoğurt ya da sıcak taş ocakta pişirdikleri ekmeklerini mi anlatayım. Sanki bizim geleceğimize göre hazırlık yapmışlar. Yatacak yerlerini bize ayırmaları nasıl, hangi sözcüklerle anlatılabilir? Ayrılırken yine gelin demeleri, bir can dosttan ayrılırmış gibi sarılmaları, nasıl unutulur? Nasıl ?
Bunca güzel insanları saygı ile anarak, tepeler aşılır, yokuşlar çıkıp, inişler inilir. Çam ağaçları ile süslü çimenler ve ormanlarla dostça selamlaşılır. Yayla havasıdır. Bazen üşünür bazen terlenir. Sazalan Çimeninde konaklanır. Ama garip bir tedirginlik ya da yaylaya varma umuduyla yola girilir erkenden.
Erik Beli’ne varılır. Yokuş başlamıştır. Çam ağaçları azalır. Dağlar çıplak tepeleriyle çoğalır. Şarlı Obası geçilir. Burada kar vardır, dikkat edilir, kayıp yuvarlanma tehlikesi atlatılır. Kızılağaç Obası’ndan Taşoluk Tepesi görünce yürüyüş hızlanır. Aliobası başından Kadirga Yaylası görününce dizlerin bağı çözülür. Ne yorgunluk kalır, ne açlık…Sızlanma sevinç çığlıklarına dönüşür. Atlayıp zıplar, yatar yuvarlanılır. Kadırga Yaylası olağan üstü güzelliği ile karşınızdadır.
Sana geldik işte. Sesimize ses ver güzel dağlar. Maşatlık göz kırp. Taşoluk Tepesi türkü söyle bizim için, hatta bizimle. Oruçbozan su içir, suyunu tadtır, iki yudum içebilsekte. Evliya tepesi rüzgarını konuştur bizimle. Kadir Ağa’yı anlat bize. Mezarının doğal taş duvarları arasındaki kamasının öyküsünü…
Dereler balık tutmaya geliriz yakında. Hey taşlar dostluğunuza geldik, size sırtımızı yaslayıp doğanın eşsiz süslemesi ile oluşan o sis manzarasına doymayı düşledik. Sevgili topraklar çıplak ayaklarımızı sarın, avutun sıcaklığınızla özlemimizi. Otlar, börtü böcek sizinleyiz birkaç ay. Oyunlarını paylaşacaklar sizinle çığlık çığlığa çocuklarımız. Taşoluk Tepesi’nden otçularımız aşarak Kadırga Pazarı’na inecek birkaç hafta sonra. Horon ve kemençe sesleriyle birlikte coşacağız…
İşte Kadırga Yaylası; geldik canım, duydun değil mi?