…koyuluyoruz Kadırga yoluna… / Oğuz Öztürk
Alaca karanlıkta çan seslerini Kör Çeşme’den duyarak uyanıyor, evdeki hazırlık telaşı devam ederken dışarıdan birilerinin “haydi gitmiyu musunuz” diye bağırdıklarını duyuyorum.
En güzel giysiler giyilmiş, bohçalanmış dastarlar sırtlanılmış, süslenmiş, çan takılmış ineklerin sesleri arasında, büyülenmiş halde, telaş ve heyecanla kervana katılıp, koyuluyoruz Kadırga yoluna…
Çanların büyülü yankıları ve ıslıklar eşliğinde şakalaşmalar, türküler söylenip bazen de inanılmaz neşeli horoncuklar kuruyor büyüklerimiz yollarda..
Küçük bir çocuğum yürümekten yoruluyorum ağlıyorum, oda ne! bir bakıyorum ineğin üstünde yola devam ediyorum. Bazen yolda kalıp yetişemeyenler bekleniliyor telaş ve kaygıyla yayla yolunda.
Az gidip uz gidip molalar veriliyor, kıt kanaat yiyecekler “camadan”dan ve “çenti”lerden çıkartılıyor, neşe içinde paylaşılıp birlikte yeniyor. Islak çam dallarını hatırlıyorum, düşen yağmur damlacıklarını…
Yolda gece oluyor… Alaca mı, Saz Alanı mı bilemiyorum, çabucak yapılan “sayfan” veya varsa bir evin samanlığında gecelediğimizi hatırlıyorum. İneklerimiz sağılıyor, ateş yakılıp eldekiler pişiriliyor, “yeyük”ler ağaç dallarına asılıp çalkalanıyor, bizde yeni arkadaşlıklar kurarak oynuyor, hasta olduğumda da anamın sıcaklığını hissediyorum ensemde…
Gün ağarırken “haydi” sesleriyle tekrar kervan yola çıkıyor. Çocuk yüreğimle tarif edilemez heyecanımla boğuşuyor, kadırgadaki evimizi özlüyor ve merak ediyorum…
Rüzgârın dans ettirdiği çimenlere ulaşıyoruz…
Obamız göründü, aman allah !..
Şimdi dönüp baktığımda içim bir hoş oluyor ve garip bir özlem duyuyorum o günlere… Belki de soğuk, paylaşımın sıcaklığından yoksun monoton yaşatıldığımızdan.