Bize Yine Empati ve Hüzün Kaldı/Em.Öğrt. Atilla Korkmaz
Siyasi iktidarın, yıllarca “beraber yürüdüğü”, kader ve eylem birliği yaptığı cemaat yapılanmasına karşı sürdürdüğü amansız-acımasız savaşı hep birlikte ilgiyle, dikkatle izliyoruz. Ticaret ve sanayi dünyasında, en başta adliye ve emniyet olmak üzere bürokraside, sivil toplum örgütlerinde hasılı toplumsal hayatın her alanında önemli mevziler kazanan, giderek ağırlığı ve etkileri iyice hissedilen bu yapılanmanın örgütlenme tarihçesi epeyce eskilere dayanmaktadır. “Devlet aygıtı içerisinde gizlice örgütlenerek, zamanı geldiğinde ülke yönetimini ele alma” yı temel kabul eden bir örgütlenme modeli ve bu model doğrultusunda devletin bazı kilit noktalarının adım adım ele geçirilmesini, yıllarca yavaşlatılmış bir filmi izler gibi izlemedik mi?
Cemaat yapılanmasının, devlet içerisinde örgütlenmesindeki sorumluluğu tümüyle AKP hükümetlerine yüklemek ne kadar yanlışsa bu tür yapılanmaların ülke ve toplum hayatını esir almasına göz yummak ta o kadar yanlış olmuştur. Ülkemizin yakın geçmişinde isimleri, dünya görüşleri, genel politik uygulamaları farklı siyasal iktidarlar da bu yanlışa bir biçimde ortak oldular. “Mevcut siyasi iktidarın öncülleri ise, bu yapılanmanın önünü daha fazla açmış, devletin en hassas noktalarına militan yerleştirmelerine seyirci kalmış, hatta desteklemiş; bu yapılanmanın örgütlü ve yetişmiş kadrolarını kullanarak, devlet içinde ve sivil toplum örgütlerinde gerçekleştirdiği tasfiye hareketleriyle güç devşirmeye çalışmış; bu
yapının örgütlü gücü, kendi varlığına yöneldiğinde ise onunla mücadeleye başlamıştır” demek daha doğrudur.
Bir toplumu oluşturan bireylerin siyasal, sosyal, kültürel özellikler taşıyan yapılar içinde örgütlenmeleri anlaşılabilir bir durumdur. Hatta ileri demokratik modellerde etnik, dini, mezhebi, hatta tarikat ve benzeri din altı yapılanmalar çevresindeki örgütlenmeler bile tolore edilebilir. Ne var ki bütün bu örgütlerin illegal yapılanmalar olması, tüzüklerinde yazılı örgütlenme amaçları dışında bir “gizli ajanda” taşımaları, tüm örgütlenme çalışmalarının buna göre yürütülmesi, haklı ve meşru bir durum olarak kabul edilmez.
Siyasi iktidar tarafından kısaca FETÖ örgütü olarak adlandırılan ve terör örgütleri kategorisine yerleştirilen; kendisine karşı devletin sahip olduğu tüm güçler ve olanaklar seferber edilen bu yapılanmanın terör örgütü olup-olmadığını değerlendirebilecek durumda değiliz. Ancak, bu yapılanmaya karşı yürütülen mücadelenin günümüzde geldiği noktada, ortaya çıkan görüntülere bakarak bütün toplumu ilgilendiren bazı noktaların altını çizmeden geçmek olmaz.
Genel olarak, çağdaşlık ve hukuk devleti gibi normlara sahip olmasa da, devlet kendisini ele geçirmeye yönelik illegal örgütlenmelere izin vermez. Bu tür örgütlenme ve yapılarla mücadele eder. Etmelidir de. Elbette hukukun sınırları içinde kalarak, elbette meşru devlet gücünü orantılı bir biçimde kullanarak, elbette suçluyu ve suçsuzu iyi süzerek, elbette tarafsız ve adil yargılanma olanaklarını esirgemeden, elbette kamuoyunu ikna edip onun desteğini arkasına alarak, elbette zihinlerde yeni soru işaretleri ve kuşkular yaratmayacak bir açıklık ve şeffaflık içinde.
Tüm bu sayılanlar çağdaş devletlerin olmazsa olmazlarıdır. Devlet olanaklarının “öç alma, bertaraf etme, yok etme, defterini dürme” gibi amaçlarla kullanılması, birey-devlet ilişkilerini zedeleyerek, toplum hayatını hiç istenmeyen olumsuzluklara doğru taşıyabilir. Sözünü ettiğimiz yapılanmaya karşı sürdürülen mücadelede, bir devleti çağdaş kılan yukarıda sayılan olmazsa olmazların kaç tanesinin uygulandığı ya da uygulanmadığı sorusunu herkes kendine sorabilir, yine kendince bir cevap verebilir.
Cumhurbaşkanı’nın “inlerine gireceğiz” sözleriyle ete-kemiğe bürünen mücadelede, pek çok insan tarafından, mevcut siyasi iktidar döneminde daha fazla büyüdükleri -hormonlu büyüdükleri- düşünülen bazı kuruluşların ve holdinglerin kıskaca alındıklarını, idari ve mali baskı altında yok edilmeye çalışıldıklarını gözlemledik. Bu zincirin son halkası, Kayseri’de bir holdingin tepe yöneticilerinin gözaltına alınması ve en son olarak da bir günlük gazeteye kayyum atanması ve devamında gelişen olaylar…
Haklıyla haksızın, doğruyla yanlışın, mağrurla mağdurun akşamdan sabaha kolayca yer değiştirebildiği bir ülke olduk son yıllarda. Bu bakımdan, gelecekle ilgili öngörülerde bulunmak, gelecekle ilgili öngörüleri tutturabilmek gerçekten çok zor. Ülke olarak geldiğimiz noktada, içinde bulunduğumuz koşulları can alıcı birkaç soru çerçevesinde değerlendirmek daha net bir bakış sağlayabilir .
Bir başka iktidar bunları yapabilir miydi?
Eğri oturup doğru konuşmak gerekirse; seçimle gelen hiçbir başka siyasi iktidar, hatta askeri yönetimler bile, cemaat yapılanması ve bu yapılanmayla ilgili oldukları iddia edilen kurum, kuruluş ve kişilere karşı mevcut siyasi iktidarın yürüttüğü mücadele yol ve yöntemlerini uygulayamazdı. Askeri terminoloji ile söylersek; bu kadar büyük ve etkili bir “mıntıka temizliği” yapamazdı. Daha başlangıçta, karşısında oldukça katı ve ikna edilemez bir muhalefet bulur, bazı yanlış-doğru suçlamaların hedefi olurdu.
Bu güne kadar tüm olan-bitenlere karşın, devlet güçlerinin uygulamalarına doğrudan muhatap olanların dışında, gerek mütedeyyin kesimlerden, gerekse toplumun genelinden bir muhalefet sesi gelmiyor olması dikkat çekici. Acaba bu durum, toplumun büyük bir çoğunlukla “yasa dışı bir örgütlenme”ye karşı mücadelede hükümetin yanında yer almasından mı kaynaklanıyor, yoksa artık toplumda iyice egemen olan bir korkunun, yılgınlığın ve bezginliğin sonucu mu? Bunu da açıklamak zor. Belki de, bu uygulamalara muhatap olanların arkalarında bıraktıkları sicillerine bakarak, mağdur da olsalar mazlum olmadıklarına inanıyordur kamuoyu, kim bilir?
Ancak şu bir gerçek ki; küçük te olsa bir toplumsal muhalefet olmaması, mücadele edenlerin işini çok kolaylaştırıyor. Onların işini kolaylaştıran bir diğer nokta da bu yapılanmayı iyi tanıyor olmaları. Dışarıdan bakan bir gözlemci için, hayali , bilinemez ve belirsiz olan pek çok noktanın, bu yapılanmayla yıllarca et-tırnak ilişkisi içinde yaşayanların gözünde ne kadar net ve somut görüntüler yarattığını kestirmek hiç te zor değil.
Ortada bir mazlum var mı?
Daha düne kadar katıldıkları Yüksek Askeri Şura toplantılarında, “irticai eylemlere katılmak” suçlamasıyla ordudan atılan görevliler için “muhalefet şerhi” yazmayı bir alışkanlık haline getirenlerin, polisi tüm hiddet ve şiddetiyle susturulmak istenen gazete ve o gazetenin okurları üzerine sürmeleri ne kadar ironik ve “bize has” denilebilecek bir durum ise, polis gerçeği ile ve AKP iktidar olduktan sonra her koşulda ve şartta savundukları devletin bir başka yüzü ile tanışan bu “okurların”, kendilerine gaz sıkan polislere; “biz kürt müyüz, anarşist miyiz de bize gaz sıkıyorsunuz” sitemindeki çifte standart ta o kadar ironik ve bize hastır.
Uzunca sayılabilecek bir yandaş iktidar döneminde alıştırıldıkları çifte standartın, epeydir yürürlükten kaldırıldığını fark edememiş görünen bu kitle de “devlet gücüyle ezilenler” kervanına katılmış bulunuyor artık. Böyle olması onların “mazlum ve mağdur” oldukları anlamına gelir mi?
Pek emin değilim.
Ülke kamuoyunun da pek emin olmadığı anlaşılıyor. Kimi sol kesimlerden gelen, etik kaygılarla yapıldığı çok belli açıklamalarda, polisin uygulamaları kınansa da, hem medyada hem de sosyal medyadaki paylaşımlarda, genel bir “oh oldu, ektiklerini biçtiler” havasını sezmemek mümkün değil. Bu duygulara kaynaklık eden sebepler, günlük gazetenin geçmiş yıllarda hiç te iyi sınav vermeyen; hiçbir insani, ahlaki hatta kutsî değerle açıklanması mümkün olmayan; gerçeği yalan-yanlışlarla çarpıtan; kendisi gibi düşünmeyenleri acımasızca linç eden yayınları olsa da, yorumcular gazete ile okurlarını aynı kefede tartıyor.
Günü ve olayı anlatan simge fotoğraf olmaya aday, “alnından aşağıya kan süzülen başörtülü” fotoğrafındaki bayan ve eylem arkadaşları ,“mazlum ve mağdur” mudur? Herkesin bu soruya kendince bir cevabı vardır, olacaktır. O tartışmaya girmeyi, ayrıca ülke ve toplumu çağın uzağındaki noktalara taşımayı amaç edinmiş insanlarla dayanışma içinde olmayı anlamsız bulanlardanım. Tıpkı onların, ben ve benim gibi düşünenlerle dayanışma ve işbirliğini anlamsız buldukları gibi.
Ne yapılmalı?
“Devlet katında, ayırım gözetilmeksizin tüm bireylerin temel insan haklarından ve hukukun sağladığı olanaklardan yararlanması; devlet gücünün objektif ve orantılı bir biçimde kullanılması, gereksiz, anlamsız ve şiddet içeren uygulamalara son verilmesi; ne ile suçlandıklarına bakılmaksızın, herkese adil ve tarafsız yargılanma olanağı sağlanması; toplumun bütününü ilgilendiren uygulama ve operasyonlardan önce, yazılı ve görsel medya da kullanılarak kamuoyunun bilgilendirilmesi toplum desteğinin alınması; kin ve öç alma hırsıyla hareket edilerek, insanları işsiz-aşsız-ekmeksiz bırakmayı amaçlayan uygulamalara son verilmesi” her koşulda, bu olayda da savunulması gereken temel ilkeler olmalıdır.
Son söz
Yönetim biçimi ne olursa olsun, inanç egemen toplumlarda tarikat, cemaat gibi dinsel içerikli toplanma ve örgütlenmelerin sayıca çok fazla olması, toplumsal yaşantıyı az ya da çok etkilemesi kaçınılmazdır. Bu örgütlerin, yeterli güç ve büyüklüğe ulaştıklarından emin olduklarında, ülke yönetimini ele geçirme amaçlı legal veya illegal siyasi hareketlere
dönüştüklerini, çeşitli islam ülkelerindeki örneklerinden biliyoruz. Öyle ki, bazılarında bu örgütlenme, iktidara hazırlanma dönemi yarım yüz yıl, hatta daha da uzun olmuştur.
Bu pencereden bakarak, bazı şirket ve holdinglerin idari ve mali baskı altına alınması, yönetimlerinin kayyumlara teslim edilmesi, dershanelerin kapatılması, bankalara el konulması, basın-yayın organlarının susturulması, devlet örgütü içerisindeki yandaş ve sempatizanların ayıklanması, bu arada çok sayıda insanın işsiz-aşsız bırakılması, evlerine ekmek götüremez duruma düşürülmeleri…gibi uygulamalar, olsa olsa bu örgütün yer altına inmesine, üstelik haksızlığa, adaletsizliğe ve zulme uğradığını düşünen taraftarlarının daha da militanlaşmasına yol açar diye de düşünebiliriz.
Dışarıdan bakarak, “yesinler birbirlerini, bu işten hem cemaat hem de mevcut siyasi iktidar zararla çıkar, bu da bizim işimize yarar, üstelik kimselerin yapamayacağı bir temizlik yaparak bize dikensiz gül bahçesi bırakıyorlar” diye düşünenler, buna göre tavır geliştirenler çok ciddi bir yanılgı içinde olabilirler. Diğer islam ülkelerindeki benzer örgütlenmelerin tarihçelerine bakılarak şu da söylenemez mi?
“Toplumsal hayatımızın yakın bir geleceğinde daha organize, daha güçlü, daha keskin bir cemaat yapılanması ile karşılaşmamız mümkündür.”
Oğuz TÜRKELLİ-İstanbul.07.02.2016