Kemençe, Karadeniz Bölgesi çalgısıdır.
Boyu 47-61 cm, boyun (Rumca gula) 7-11 cm, kafa (Rumca kefal) 7-10 cm uzunluğunda gövde 7-11 cm genişliğin-de olup, burguluğu, boynu ve gövdesi tek bir ağaç parçasından yontulup oyularak ya-pılan, ayakta veya diz üstünde tutularak çalınan üç telli bir yaylı çalgının adı.
Bilinen en eski yaylı enstruman olan rebap (Arapça rababah) Avrupa’ya, 9. yüz-yılda Bizans üzerinden (lira) ve 11. yüzyılda Müslüman Arapların kontrolü altında olduğu dönemde İspanya üzerinden rebec adıyla iki koldan yayılmıştır. Rebek, Ortaçağ ve Erken Rönesans dönemi boyunca yoğun olarak kullanılmıştır. Rebekde atası, rebap gibi ar-mut biçiminde gövdeye sahip olup ve aynı şekilde beşli aralıklarla (örneğin G [sol] –D [re] –A ([la]) akort ediliyordu.
KEMENÇENİN YAPISI
1 . Tepe – To Kifal – Baş
2 . Otia (Rum), Kulak
3 . Goula (Rum), Boyun
4 . Spaler – Kravat
5 . Kapak
6 . Rothounia – Ses delikleri
7 . Gaidaron (Rum), Eşek
8 . Palikar (Rum)
9 . Soma (Rum), kapak
10 . Stoular –
11 . Hordes – Teller
- Doksar (Rum), Yay
- Tsaria (Rum)- kıl, saçKEMENÇE
- yüzyıla değin tiz sesli bir enstruman olan rebec bu dönemde daha kalın sesli bir enstrumana dönüşse de 16. yüzyıldan itiba-ren keman’ın yaygınlaşmasıyla popülarite-sini yitirmiş ve 18. yüzyılda tamamen ortadan kaybolmuştur. Buna karşın, rebekin varyantları, Balkan müziğinde Slav guslası ve Bulgar gadulkası varlığını günümüzde de sürdürmektedir.
Ege bölgesine özgü Yunan lirasının ise kaynağı Bizans üzerinden doğrudan Arap rebapından gelişmiş bir çeşit lute olup, antik Yunan çalgısı olan liranın adı uygunsuz bir tanımlamayla bu yaylı çalgıya konulmuştur.
Armut biçimli Yunan lirası, 15. yüzyılda, İtal-ya’da lira da braccio olarak adlandırılan kemanın atasına dönüşmüştür. Orjinal re-bapta klavye bölümü bulunmayıp, teller parmaklarla durdurularak çalınmaktaydı ve bu haliyle Ortadoğu üzerinden, Afrika, Orta Asya, Kuzey Hindistan ve Güney Doğu Asya’ya yayılmış, farklı bölgelerde küçük değişikliklere uğrayıp farklı isimler almıştı.
MS 711 yılında Arap fatihler, Hindistan ve Orta Asya’ya, Mogol ve Türkmen fatihler ise Yakın Doğu’ya akınlar yaptığında Orta-doğu ve Uzakdoğu kültürleri dolayısıyla müzikleri arasında da etkileşim başlamıştı.
Hindistan (raga) ve Arap (makam) müzik modları arasında benzerlikleri belki bu dönemlerde şekillenmiş olabilir. Özellikle Türk ve Moğolların bu etkileşimde taşıyıcı bir rol üstlenmesi de mümkündür. Çin nefesli çalgısı “sona” muhtemelen Orta Do-ğu’da sorna/zurna olarak bilinen enst-rumandan gelişmiş olmalıdır. Aynı şekilde Hint lutu “sitar” ile Fars “setarı”, elle çalınan telli bir çalgı olan Çin y”ang chin”’inin de kaynağı Orta Doğu “santuru” olmalıdır.
Kemençenin, formunun ne zaman ve ne sebeple Kapadokya kemanesinden farklılaştığı henüz aydınlanmamıştır.
Kemençe, Farsça “küçük keman” anla-mına gelmekte olup Giresun, Trabzon, Batı Rize ve Kuzey Gümüşhane’de Türkler ve (1923 öncesinde) Rumlar tarafından çalın-makta, Rize’nin doğusunda yerini tuluma, Samsun ve batısında ise zurnaya bırakmaktadır.
Trabzon’un pek çok köyüne kemençe bu yüzyılda girmiş ve gelenksel enstruman olan şimşir kavalın yerini almıştır.
Antik Yunanlılar, dinsel olmayan şarkıla-rına ve danslarına eşlik etmek için flüt ve o-tuz telli kanuna benzeyen bir çalgı kullanmaktaydılar. Bizans dönemince bunlara org, ziller ve lirada eklenmiştir. Talbot, Bizans’ta liranın, Arap kültürüne ve Arap kızlarının rakslarına meraklı olan Theophilos zamanın-da tanındığı söylentisine karşın, bu çalgının çok eskilerden beri bilindiğini kaydetmiştir BGY 201
Evliya Çelebi’nin notlarında (17. yüzyıl) Trabzon Lazları tarafından icat edildiği belir-tilen ve dankiyo (< Antik Yunanca to ankiyo “hayvan derisi”) olarak adlandırılan tulum ise bugün Trabzon’da nerdeyse hiç çalın-madığı gibi, dankiyo adı da halk hafızasından tamamıyla silinmiştir. Bununla bir-likte bazı Holo (bugünkü Köprübaşı ve Çay-kara) köylerinde (1970 lere kadar) Müs-lümanlar, Maçka civarında (1923’e kadar) Rumlar tarafından ama tulum adıyla çalın-dığı bilinmektedir. Biraz da İslami taassubun müzik aletlerine ve çalgılı eğlenceye bakış açısı yüzünden (bazı Of köylerinde bugün bile horon oynamak ve çalgı çalmak günah olduğu gerekçesiyle yaşlılar tarafından yasaklanmıştır), daha çok mübadele öncesi Rumlar tarafından kullanılan kemençenin, tulum akortuyla da (A [la] – A [la] – D [re]) çalınması, sembolik olarak dankiyo > kemençe dönüşmesinin bir sosyal olgu olarak ise koyun çobanlığı yapıp göçebe hayat sü-ren dağlıların, zamanla sahil kentlerine yer-leşip kent kültürüne adapte olmalarıyla ilgili olabilir.
Kemençe, Doğu Karadeniz Rumları tara-fından, Anadolu’da yaşadıkları dönemlerde lira olarak adlandırılmamıştır ve Girit ke-mençesi de aynen Kapadokya kemanesi ya da Yörük kemençeleri gibi rebap’ın şekil ve çalma tekniği açısından az farklılaşmış türevidir. Oysa Karadeniz kemençesi ya da Ana-dolu’da tanındığı diğer isimiyle Laz kemen-çesi, Farsça bir isim taşımaktadır.
Ağasar ve Giresun Çepnileri tarafından yaygın kullanımına rağmen, Anadolu’nun di-ğer bölgelerine dağılmış Çepni Türkmenlerinde bilinmemesi (örneğin oldukça yakın olan Sivas ve Kastamonu Çepnilerinde), Hemşinlilerin (Trabzon kültürüne adapte ol-muş Cimil vadisi hariç), Lazlar’ın, Haltların (Gümüşhane, Bayburt, Erzurum) bu enst-rumanı tanımaması, yöreye başka bir böl-geden taşınmış olsa bile Trabzon ve merkez ve sahil ilçelerinde geliştiğine işaret etmek-tedir. Rize’de kemençenin varoluşuna dair bir söylence de derlenmiştir:
“Rize’de yaşayan iki aileden birisinin oğlu öbürünün kızına sevdalıdır. İki sevdalı kavu-şacakları günü düşünüp, düşler kurarken ailelerin arası açılır.
Gençler bir türlü ailelerine söz geçiremezler. Sonunda kavuşma umudunu yitirmekte olduğunu görüp ormana kaçarlar. Aileleri ard-larını bırakmaz. Bir koruluğun kıyısında gençleri kıstırırlar. Kurtulamayacaklarını anlayan gençler, kucaklaşır, birlikte yakarırlar.
‘Bizi bunların elinden kurtar Tanrım. Dal olup bölüşelim, saz olup söyleşelim’ Az sonra köklenmeye, dallanıp budaklanmaya başladıklarını duyumsarlar. Yüzlerinde mutlu bir gülücükle son kez kucaklaşırlar. Kız limon, delikanlı servi ağacı olmuştur. Bir süre sonra limon ağacından kemençe, Servi ağa-cından da yay yapılır. Bir araya gelince saz olup söyleşir, söz olup sevdalarını dile geti-rirler. Böylelikle sonsuza dek kavuşmuş olurlar” YU 9- 6343.
Bu hikayenin ilginç yanı kemençe ve yayın bahsi geçen ağaç türlerinden kesinlikle imal edilmemesidir. Bu da hikayenin dışardan ta-şındığını ya da başka inanışın, motifin kemençeye yakıştırıldığını göstermektedir.
Kemençenin gövdesi dut, karadut veya erik ağacından tamamen elde oyularak ya-pılmaktadır. Sürmene Belediye Binasının ya-nıbaşındaki küçük dükkanında çalışan, ke-mençe yapımcısı Hasan Sancak basit bir çan (tiz sesli) kemençeyi 3 gün, iyi bir kalın sesli kemençeyi ise 15 günde imal ettiğini belirtmektedir. Geçmişte kullanılan bağırsak teller yerini zamanla metal olanlara bırak-mıştır. Kemençe (E [mi] –A [la] –D [re]) olarak akort edilmekte ve sol elin parmak uçları aynı anda bir veya daha fazla teli tutarken sağ el yardımıyla kullanılan parmak kalınlığında at kılı takılmış bir yay yardımıyla ses çıkarılmaktadır. Kemençeyi oluşturan parçalar şunlardır (paratez içindekiler Kara-deniz Rumcası karşılıkları):
tepe (korphe), kafa (kefal), kulaklar, boyun (godika), kravat/ dil (glossa), gövde (skaphe), kapak (skepasma), skolek/solucan/ yı-lan/ ses deliği (skolekia), köprü/ eşek (kord-hokrites/ gaidaros/ kavalos), pehlivan/ kuyruk/palikar (palaistes/oura/palikar), yanak-lar (maghoula) ve yay (toksiri)
Kaynak: Özhan Öztürk. Karadeniz Ansiklopedik Sözlük. Heyamola Yayıncılık.